Geçen sayıdan devam

- Erzakınız çok mu az mı?

- Allah devlete, millete zeval vermesin, yüzbin askeri doyurur, dedim

-Kuvvetiniz çok mu, az mı?

-Denizde kum, bizde kuvvet dedim!

-Eh… Seni kusak bizimle harp edecek misin?

-Şu iki parmağımı çiftler, gözüne sokar, gözünü patladırım bile!

Hasılı üç gün beni kuvartmadılar, yesir miyim, misafir miyim ne olduğumu bilemedim. Günde sekiz defa katırımı yoklar, bakardım. Soyunur, hayvanın yemini, samanını verir, tımar ederdim.

Üç gün sonra sonra askerlerini ortaya topladılar, beni ortalarına alıp patırdaştılar, beni askerlerine örnek gösterdiler. Elbisemi çıkartdılar, bir kibrit tutuşturup elbisemi yaktılar. Ben şöyle otururken üç saat sonra bir elbise getirttiler, bana geydirdiler, cebime bir kâğıt mektup ve para koydular. Elbisemi geydim, oturacağım sırada, oturma, dediler hayvanın bin! Hayvana bindim gözümü çeke çeke beni kıtamın sınırına getirdiler, Salı verdiler.

Kıtama geldiğim gibi bizim zabitler beni döğdüler, ezziyet ettiler, lâkin beni sorguya çekip ben hal ve keyfiyeti dosdoğru söyleyince İngilizlerin cebime koydukları kâğıdı da gördüler, okudular, yalnız o elbiseyi sırtımdan aldılar. Kağıtta neler yazıklar bilmem![1] Zabitim benim sırtımı sıvazladı, yüzüme gülümsedi, beni bölüğüme gönderdiler…

Eveli sene, karkamıştaki harabeden kubaba heykelini Ankaraya naklettiğim sırada Nizibe de bir işim düşmüş ve uğramıştım. Nizibin şair ve alim müftüsü Bay Refik Aybaş beni konukladı. Müftü bay Refikin yanında hizmetle beraber, tahsil ve terbiyesine ihtiman olunan küçük Mehmet-Kaplan 13 yaşlarındadır. Gözünde ve yüzünde Türk zekâ ve esaleti balkıyor. Aleddinli aşiretinden, yetim bir çocuktur. Küçük hafızasında sakladığı aşiret destanlarından bize okuyor; bunlar dikkate şayandır. Bir kaçını yazıyorum.

(DURTEPE TÜRKÜSÜ)

Çıhar baharım Durtepeden Mumuç ellerine

Ağbaz ağbaz evler konmuş enginine bellerine

Mumuç derler bir şehirmiş ağalık beylik yer imiş

Ezel zor köheylanlar var imş kurşun değmiş kollarına

Bunu Söyleyen Deli BORAN sevdiğine meyledince

Dof dof olmuş ağca ceylanı çeker gider garbî yellerine

(KIZILIRMAK TÜRKÜSÜ)

Akdı gözlerimin yaşı doldu bir ırmak

Haram oldu bize bu ellerde kalmak

Ne müşkül oldu bize buradan ayrılmak

Gece gündüz bir oldu vay bu gün…

Salınmaz ataşlarda kömür gözlüm saldın özüme

Geceler olur uyhu girmez gözüme

Sonra dersin ben ettiğim bilmedim

Gınnap’lan Vaslı’nın arası

Yakdı beni kaşlarının karası

Ah ne idi başımın çarası

Felek bir ucunu zora getirdi hey…

(İZO GELİNİNİN TÜRKÜSÜ)

Irmah kırağına yağar mı dolu

Yarından ayrılan olmaz mı deli

Her gün okuşurken her dört aylarda arzular gönlüm

Benim yarım sarı geyinmiş te arap çiti önünde

Bir çit ördek uçurtum oruç Gölünden

Tisevet gölüne de battı mı dersin

Aceb Kozbaş’ta da bir gece yattı mı dersin

Zomip köyünden Şebib’e bir tel attımı dersin

Neneyle nenele kömür gözlüm neneyle

(ARKASI VAR)


[1] İngiliz zabitierinin, Mehmetciğin cebine koydukları mektupta bu askerin cesaret ve safiyetini öğdükleri anlaşılıyor.