Zaman zaman merak ederim, çağımızın hanımları ve özellikla Gaziantep hanımları, bundan 30-40 yıl önceki anne ve ninelerinin ömürlerinin ne kadar zorluklar içinde geçtiğini hiç düşünmemişler midir? Yemek pişirmek bile kıyaslanırsa, çetir bir işti. Kış günleri evin öbür başındaki ocaklık denilen mutfağa gitmeli, yemek mangallarını alıp, çok vakit 5-10 basım merdivenle inilir, mağaramsı yerden kömür koymalı, yakmalı. Bundan sonra yemek pişirmeğe girişmeliydi.

Eskiden, çamaşır yıkama büsbütün zordu. Kırk arşın kuyudan su çekip, soda “yerini tutması için, içine kül konulan küllüklere doldurulmalı, ocaklığa veya avluya çatılan taşlar üzerine kocaman çamaşır kazanları kurutmalı; küllükden alınan sularla bu kazanlar doldurulmalı altı yakılıp ısıtılmalı, bunlardan testere, leğenlere, taşındıktan sonra, yıkama faslı başlamalıydı.

Bugünün hanımları, bir kibrit veya çakmakla butan gazı yakan ocakları harekete geçiriyor; birkaç çeşit yemek yapıp. Buz dolabına yerleştiriliyor, böylece birkaç günlük külfetten kurtuluyor. Öbür yandan şöhbenlerde veya banyo kazanlarında su ısıtıldıktan sonra bir hortumla içinde kirli çamaşır bulunan makineyi dolduruyor; bir düymeye basarak çalıştırılıyor, iskemlesine oturup gazetesini okuyor ve örgüsünü örüyor, başka bir işle uğraşıyor. Makine yıkıyor, kurutuyor buyurun hanımefendi diyor.

Eski Gaziantep hanımlarını canından bezdiren büyük bir işte; yıllık bulgur hazırlamaktı. Bunun için tahıl pazarından buğday alınır, eve taşıtılır, derin kuyulardan dolaplarla su çekilip yıkanır, mahşere kazanlarında veya yan yana sıralanan bir kaç çamaşır kazanın da pişirilir, (Hedik) haline getirilir, serilen bezler veya kilimler üzerinde kurutulur, çuvallara doldurulup devlibe götürülür. Orada nöbede girilir, sıra gelince dövülür, kurutulur, tekrar çuvallara doldurulup eve taşınır. Konu komşununda yardımı ile siniler ve tepsiler üzerinde yabancı maddeler teker şeçilir. Bundan sonra firenk değirmencileri gelip çeker. Allefci bulgurunu, simit denilen köftelik ince bulgurunu, ezilip un haline gelenleri birbirinden ayırır, en souunda anbarlara yerleştirilir. Bulgur çekildiği sırada değirmenci ve allefcilere bir öğün yemek yedirmekte adetler arasındaydı.

Çocukluğumuzda kışlık bulgur hazırlanması, bizim için eğlenceli bir konuydu. Bazan bir share arzusu bulgurluğun bir pınarbaşı veya temiz akar su kenarında yıkanmasına sebep olurdu. Sahre ise, çocukken rüyalarımıza girerdi. Fakat, bulgur işinin bizi asıl sevindiren tarafı devlibe gidişti. Bir iki gece devlipte yatmak bir mutluluk olurdu o yaşımızda.

Devlibi işletenlerle konuşup anlaştıktan sonra, çuvallara doldurulan bulgurlar, üzerine serilecek bezler, kilimler, yataklar ve başka gerekli öteberi taşıt hayvanlarına yükletilir. Biz de sevincimizden ağzımız kulağımıza gide gide devlibin yolunu tutardık.

Devlibin asıl bulgur dövmeğe, yani pişmiş ve kurumuş buğdayın kabuklarını çıkarmağa mahsus bölümünden başka bir de dövülen ve bu sırada ıslatılmış bulunan taneleri kurutma yeri vardı. Ağırlık geldikten sonra kurutma yerinin bir kenarına yığılır, sıra beklenirdi.

O zamanların meşhur devlipleri şunlardı: Karakabirde Kesikbaş Camii yanında Elekçioğlu, Aydınbaba da Hacı Hasanoğlu, Narlı Kulede Kaya, Şehreküstüde-Halep yolunda Karabaş, Yazıcık, Tabakhane, Akyol da Çavuş, Kozanlıda Keleşhoca, Şey han Çukurbostan ve Şeyh Camii devlipleri. Bunlardan başka şimdiki elektrik fabrikası civarında iki, eski Gazhane yakınında bir devlip vardı. Bunların bir bölümü çifte taşlı idi. Yani dövülecek tesis iki tane idi.

Devlibin keyfi akşamları çıkarılır idi. Geceler mehtaplı ise, bu keyf iki katlanırdı. Devlipte çok va kit öyle yemekleri (Mercimekli) akşamları ise (Karışık dolma) olurdu.

Hısım akrabaların, konu komşunun akşam yemeğine ve geceleyin oturmağa davet edildiği çok olurdu, Bazen de evin erkeğinin kahvedeki peyke arkadaşları, komşuları habersiz bir baskın yaparlardı. Bunlar, meşreplerine göre, hediye olarak ya meyve getirirler yahut meyvenin yanına içki katarlardı.

İçkisiz gelenler sohbet ederler, fıkra anlatırlar, geçmiş günlerden söz açarlar içlerindeki güzel sesliler ilahi ve gazel okurlardı, Kafalar kıvamını bulunca sazlar çalınır,

(Devamı var)