(Geçen Sayıdan devam)

Baba Kani Gaziantep’e geldikten sonra askerî sevkiyat kâtibi olarak görüyoruz. Mütarekenin ilânına kadar bu vazifede kalmış terhisini müteakip Birecik'e dönmüştür. Harekât-ı Milliye başladığı vakit o, bu mukaddes cidalde vazife almak maksadı ile Urfa'da askerî makamlara başvurmuş ise de heyet-i sıhhiye tarafından muayenesinde gözü arızalı bulunduğundan resmî vazifeye alınmamıştır. Fakat Millî Mücadele'nin devamı müddetince halkı millî birliğe davetten ve bu suretle manevî hizmetten geri kalmamıştır.

Şairi 24.5.1341 tarihinden 3.11.1926 gününe değin Birecik Ticaret Odası başkâtibi olarak görmekteyiz. Bundan sonra bir müddet de Tayyare Cemiyeti kâtipliğinde çalışmıştır. Daha sonra Birecikli tüccar Mistik Mehmet’in hususi kâtipliğini yapmıştır.

Baba Kani hayatla hiç evlenmemiştir. Onun kalendermeşrep ahlâkı ve ömrünün uzun yıllarını aile yuvasından ayrı geçirmesi Kani'yi bir daha bu hayata yaklaştırmamıştır. Hatta ömrünün son on senesi han odalarında münzevi bir hâlde geçmiştir. 1937’den 1944 yılına kadar Çarşıbaşı’nda adı geçen Mistik Mehmet’in hanında ve bundan sonra ölünceye değinde Hacı Hüseyin Çavuş Hanı'nda oturmuştur.

Baba Kani, 7.5.1948 günü karnında bir sancı hissetmiş, sancı gittikçe şiddetini artırmış ve durumu ağırlaşmış bunu haber alan küçük kardeşi Sami Çimenlidağ ihtiyar şairi evine nakletmiş ise de hastayı kurtarmak mümkün olmamış 8.5.1948 günü hayata gözlerini kapamıştır. Cenazesi Birecik’te emsaline pek az rastlanır bir kalabalık tarafından götürülmüştür.

Baba Kani'nin hayatından bahsederken bir noktaya daha ilâve edeyim:

Muzaffer Erelle, Sami Çimenlidağ'ın yanından dönerken şairin 1937 tarihinden 1944 tarihine kadar kaldığı Mistik Mehmet’in hanındaki oda duvarlarına bazı beyt ve kıtalarını kendi eliyle hakkettiği söylenmesi üzerine bu odayı da gözden geçirdik. Odanın camla kazılmış duvarının üç cephesi üzerine yazılı şu parçaları tesbit ettik:

Der her şeyin lisanı her gâh

Allah, Allah, Allah, Allah

Bir kimse değil sırr-ı hüdâdan agâh

Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.

***

Her nakşı acep ki zîr ü bâlâ est

Bürrhân-ı vücûd hakikate alâ est

***

Her ki ya hey ki der zamın ruyet

Vahdehi taşer kele bu guyet

***

Münacatım budur her bar

Ve kına azaben nar.


Duvarlarda ayrıca bazı ayetlerle "tevekkel tü alallah", "küllü şey’in kadir" ibareleri de yazılıdır.

Kani’nin duvarlara bu yazıları hakketmesinin bir hikâyesi vardır:

1944 senesinin zorlu bir kışında şiddetle yağan yağmurlar sonunda zavallının yattığı oda akmaya başlamış. Uykudan uyanan Kani yağmur durur ümidiyle tahammül etmiş fakat damlama şiddetlenmiş. Bu şırada duvarlara bahsettiğimiz yazıları kazmış. Ve yağmurun şiddetinden odayı terk etmek mecburiyetinde kalmış. Handan iskelede bulunan kahveye gelinceye kadar büsbütün ıslanmış. Sabahleyin erkenden kahveye gelmiş olan müşteriler ihtiyar şairin hâlini görerek imdadına koşup üzerini kurutmuşlar. Kani'de burasını bırakarak içinde öldüğü Hacı Hasan Çavuş'un hanına taşınmıştır.

Eserleri:

Hep biliyoruz ki Anadolu şairlerinin birçoğunun eserleri toplanıp basamadığından bunlar kendi kabuğu içine kıvrılmakta, ölümünden sonra eserleri de kaybolup gitmektedir.

Birecik’te yirmiye yakın şair tesbit ettiğim hâlde hiçbirinin eserini derli toplu bir hâlde elde edemedim. Hatta bir divan teşkil edecek kadar şiirleri bulunduğu söylenilen kimselerin bile birkaç parçasını güç buldum.

Baba Kani bu bakımdan biraz şanslı çıktı. Eserlerinin ziyaa uğramasını bir tesadüf önledi. Buna rağmen bazı parçalarının gaip olduğu anlaşılıyor. Baba Kani’nin âsârının elde edilmesi şöyle olmuştur:

Halfeti’de bir keşifte bulunuyordum. 9 Mayıs 1948'de döndüğüm vakit ilk karşılaştığım rahmetli Sait Sabit'in oğlu öğretmen Muzaffer Erci babanın ölüm haberini verdi. Muzaffere "Yarın buluşup mettûkatını tetkik edelim." dedim. Ertesi günü, yani 10.5.1948 günü Kani’nin dayısı oğlu Ulu Cami müezzini (Zeki Kankaya)'nın delâletiyle kardeşi Sami Hoca'nın evine gittik.

(Arkası Gelecek Sayıda )