Şer’i Mahkeme kütüklerini incelerken, karşımıza yurdun her yerinden İstanbul’a yapılan göçlerle ilgili birçok ferman ve buyurultu suretleri çıkmaktadır. Bu buyrultu ve fermanlarda, İstanbul’a yapılan göçlerin engellenmesi ve bu amaca ulaşmak için de yolculardan marur tezkeresi sorulması istenilmektedir.

Sözü geçen ferman ve buyrultular için de bir genelge gibi, bütün memlekete seslenenler olduğu gibi, yer adı belirtilerek, doğrudan doğruya Gaziantep’e yol alanlar da vardır. Bu ikinci hal, şehrimiz ve çevresinden de bazı göçler olduğu kanısını vermektedir.

Bu yurt içi göçlerin çeşitli nedenleri vardır. Öyle sanıyorum ki, bu nedenlerin başında, halkın ruhuna işleyen mal ve can güvensizliği başta gelmektedir.

Daha önceki birkaç konuşmamda birçok olayları tanık göstererek, 18 inci yüzyılın ikinci yarısı ile, 19’uncu yüz yılın ilk yarısının Gaziantep Tarihinin çok karışık ve karanlık sahifelerinden biri olduğunu belirtmiştim. İşte Gaziantep’ten yapılan göçleri, kısmen bu devrin durumuna bağlamak yanlış olmaz. Arka arkaya yapılan ayaklanmalar, yençeri azgınlıkları, emir yeniçeri ve aile kavgaları dolayısıyla, mal ve can güvenliğini tehlikede gören birçok Gaziantepliyi yurdun dışına atmıştır.

Sayın okurlarım bu yazımda yurdundan ayrılan, ancak değerli kişilikleri ile çeşitli yönlerde sivrilen ve ünlenen bazı hemşehrilerimden söz açmak istiyorum.

İlkin aklımıza Sancak Beyi, besteci Antabi Mehmet Bey, Sivas’da yerleşen Tefsiri Mehmet Efendi ile sadrazamlık rütbesine yükselen Muhsin Zade Abdullah ve Mehmet Paşalar gelmektedir. Bazı tarihçiler son ikisini Halepli olarak göstermekte iseler de bu hal İstanbul’da tahsilde bulunduğumuz sırada bizi Arap sanan, bilgisiz kafaların iddialarına benzer. Esasen Muhsinoğullarının ve bu arada Sadrazam Abdullah ve Mehmet Paşaların atasının Halep asıllı olması, soyu sopu Antep’te yaşayan ve burada nice hayrat bırakan aileyi bizden koparmaz.

Bestekâr Mehmet Bey’in, Tefsiri Mehmet Efendi’yi, Abdullah ve Mehmet Paşaları bir yana bırakırsak, Gaziantep’ten göçen ünlü kişilerin başında 1768’de ayrılıp İstanbula giden Hoca Mehmet Münip Efendi gelir.

Hoca Mehmet Münip halen Bayram soyadını taşıyan aileden olup, Tövbe Mahallesindendir. Yurdunda iyi bir öğrenim gördükten sonra, İstanbul’a göçtü. Burada keskin ve geniş bilgisiyle dikkati çekti. Müderris oldu, saray hocası oldu. İzmir Kadısı ve Anadolu Kaz askeri oldu. Münip Efendi böylece ikbal merdivenlerini tırmanırken, üçüncü Selim’in ölümüyle sonuçlanan olay ortaya çıktı. Hadise ile ilgili bulunmadığı halde, belkide, o devirdeki kişisel rekabetler sonucu olayda parmağı bulunduğu iddiasıyla Ankara’ya sürgün edildi. Burada çok sıkıntılı günler geçirdi. Bu arada Ankara’da patlak veren bir ayaklanmada yine suçlu görüldü. Fırtınada kelleyi zor kurtararak sürgün yeri önce Gaziantep’e, sonra Aydın’ın Güzel Hisar İlçesine çevrildi. Ömrünün son günlerini burada geçirdi ve burada öldü.

Hoca Mehmet Münip Efendi devrinin en kuvvetlinin bilginlerindendi. Bir hayli eser yazmış, şiirlede uğraşmıştır.

Gaziantep’ten göçerek İstanbul’da ünlenenlerden birisi de Cenani Mehmet Efendi oğlu Ahmet Asım’dır. Sonraları bilim dünyamızda Mütercim Asım diye anılan Ahmet Asım Efendi Divan Kâtibi bulunduğu Nuri Mehmet Paşa’nın 1790 yılında öldürülmesiyle sonuçlanan olay üzeyine bir süre şehir içinde saklandı, Sonra Kilis’e kaçtı. Buradan Malatya’ya geçti. Daha sonra İstanbul’a göçerek yerleşti.

Ahmet Asım Efendi, sürekli ve düzenli çalışmaları sonunda ortaya koyduğu Buhran-ı Katı ve Kamus Tercümesi adlı dev eserleriyle önce Üçüncü Selim; sonra İkinci Mahmut gibi yenilik taraflısı ve aydın görüşlü padişahların dikkatlerini çekmiş iltifatlarını görmüştür. Eserlerinin değeri zamanla daha iyi anlaşılarak Mütercim ünvanını kazanmış Türk meşhurları arasında parlak bir ad olmuştur. Bu gün Karacaahmet Mezarlığı’ndaki servilerin loş gölgesinde yatmaktadır.

Mehmet Paşa Vak’asında, Mütercim Asım’ın küçük kardeşi bilgin ve müderris Hacı Emin Efendi de Gaziantep’ten kaçırmış, uzun süre İstanbul’da Şehzade başında oturmuş, hatta Eyüpoğlu Camii avlusunda kurduğu medreseye ait vakıf bu sırada düzenlenmiştir. Haci Emin Efendi sonradan Antep’e göçmüş, bir sürede Nakibi Eşreflik yapmıştır.

İstanbul’a göçen başka bir hemşehriniz de Emindede Mahallesi’nden Hüseyin Çelebi oğullarından Hassan Efendi’dir. Bu da Mütercim Asım gibi 1790 da Antep’ten ayrılmış 10 yıl kadar Maraş, Elbistan ve Darendede dolaştıktan sonra 1870 yılında İstanbul’a gitmiş Asım gibi burada yerleşmiştir.

Gerek Hoca Mehmet Münip gerekse Mütercim Asım İstanbul’a gittikleri sırada medrese öğrenimlerini tamamlamışlardı. Hatta Asım, Nuri Mehmet Paşa’nın yaptırdığı Camie manzum tarih düşürecek kadar dile ve aruz vezni ne hâkim bir olgunluğa ulaşmıştı. Asım’dan daha genç olan Hasan Efendi İstanbul’a yerleştikten sonra Sultan Ahmet Medresesine girerek öğrenimi bitirmeye çalışmıştır. Aynı takma adiyle kuvvetli şiirler yazan Hasan Efendi ikinci Mahmut devrinde Babiali Hocası va Mümeyyiz’i Şüera ünvanlarını kazanmıştır. Tertip edilmiş ve basılmış bir divanından başka, Nazmül Cevahir ve Nusretname adını taşıyan iki eseride vardır.

İnce bir şair olan Ayni Hasan Efendi’nin, sanatkâr ruhu soyundan gelenlere de intikal eylemiş; torunları içinde şair, ressam ve heykeltraşlar yetişmiştir. Ünlü diplomatlarımızdan Büyükelçi Cevat Açıkal’ın torunlarındandır.

Yukarıda saydıklarımızdan başka, Antep dışına çıkanlar arasında Yozgatlı Akif Paşa’nın babası Mehmet Efendi’yi Cenani Zade İshak Hakkı ve Kadri Paşaları, Münif Paşayı, Küçük Hafızın torunu Lami Paşayı, Haci Mirzade Abdullah Bey’i sayabiliriz.