Sizi, ben şafak ve grupların renk pınarlarından, bakılamıyan güneşin bağrından, mehtabın gümüş telli saçlarından topladım. Maya niza, ummanlann koyu yeşil karanlığında fosforlanan, gözlere karış­ mış erişilmez dağların sisli bürümcekleri altında saklanan sihirli hülyalar kattım. Sonra sizi ben bal renkli çiçek usareleri, içe akan kuş nağmeleri ve çılgın kasırga feryatlâyile; yoğurup yarattım. Yıllarca, ben sizi gönlümün bağrına bastırarak, ılık ve lezzetli ümitlerle besledim, büyüttüm. Hâlikınız’ken asıkınız, sonra da kulunuz, köleniz, oldum. Sîzlere yuva olsun diye billurdan; öyle saraylar kurdumla, kameryelerindeki iri güller, güle güle sizin için açılır ve yaprak yaprak sizin için ayaklarınızın dibine, sırma saçlarınızın arasına ve çıplak omuzlarınızın şeffaf çildi üzerine dökülürdü… Orada bülbüller hanendeniz, ceylanlar cariyenizdi. Yakut ve zebercetlerle döşenmiş bahçe yollarından siz, hafif ve lakayt adımlarla geçerken, zanbakların vekarlı boyunları bastığınız yerlere eğilir, , ihtişamınıza lâleler başlannı çevirir ve dudaklarınızın rengi için kızıf karanfiller gıptadan erirdi. Size olan meftun gaddarlığı ile Hayalım, istediğiniz ve istemediğiniz her şeyi yerin, göğün ve ummanlann bağrından çekip alıyor iri mavi gözlerinizin derinliklerinde müphem bir sevinç ışığı umarak önünüze seriyordu

Yıllarca sizin, için didindim. Mırıl mırıl gönle yakın bir şeyler fısıldayan gölgeli su kenarları boyunca kor kadar yakıcı çöl kumlarını çiyniyerek, sarp yamaçların keskin kayalarına tırnaklarımı gömerek peşinizden koştum. Siz ki, gönlümün çocuklarıydınız: ben de vurgununuz, köleniz, olmuştum. Siz ki benden her şeyimi almış ve beni size bağlamıştınız... Ümitle ümitsizlikle heran ve her yerde size arıyordum... Hasretli başımı, sihirli fakat duygusuz göğsünüzün sıcaklığında bir lâhze dinlendirmek ve sevgiden titreyen kuru dudaklarımı- silinmiyen lakın anlıyamadığım gülümsemeniz üzerinde serinletmek ıstıyordum… Bize verdiklerimin yalnız bir habbesi ıçin yalvarıyor, dılenıyor ve didiniyordum. Hazan narın parmaklı ılık elinizi yetişip tuttuğumu sanıyordum Ve bilinmiyen bir kaynaktan içime entniş alevden bir haz akıyordu. Fakat sizi bulduğumu sandığım anda, batan güneşin, köpüklü dalgalar üzerinde sürünen ipek etekleri gibi eriyip kayboluyordunuz. Gönlüm boşa çıkan ümitlerin süratle açılan lezzetile dolu, sizi bulduğumu sandığım yerde, kollarım düşük, boynum bükük ve dizlerim dermansız donup kalıyordum. Sonra gene, ya bir serâbın yumuşak renkleri üzerine uzanmış, yahut bembeyaz bir bulut adasının kenarından, mevzun bacaklarınızı göğün maviliği içine sarkıtmış, çağıran ve çeken bir gülümsemeyle meydana çıkıyordunuz. Sizi ne yakalayıp, iliklerimden kaynayarak damarlaraımdan akan iştiyakı sön'dürebiliyorum. Ne de kavuşulmaz hayalinizi gönlümden silip öldürebiliyorum. Günler geçip ömür uzadıkça, gözlerimden kaybolmadan, benden uzaklaştığınızı, aramıza aşamıyacağım uçurumlar aç­ tığınızı görüyorum. Fakat yine, karanlıkta bir ışık vehmine doğru didi­ nen meczuplar gibi peşinizden didinip emekliyorum. Siz uzaklaştıkça uman hasretim, ümitsiz bir melenkoıiye dönüyor. Gücümün kesildi" ğini, gönlümün ezildiğini duyuyorum. Nihayet sizi son bir defa bulup ince belinize sarıldığımı sandığım andaki kaybetitliğim noktada, diz üstü yığılmış kalacağım. Hüsran yaslarile perdelenmiş gözlerimde, uzak çok uzaktaki yıldız hayalinizden serpilmiş bir damla belirsiz aksinizle düşüp kalacağım.

O zaman izlerinizi sürerek geçtiğim ömür yolunun hazzı ve elemi beni teselli edebilecek mi? Her defasında inkisarla biten, hasis, vüsatlerinizin hatıraları beni, kolladığım son yol ortasında bitebilecek mi? Hiç olmazsa, son nefesimle bile adınızı öreceğim bu son durağımda, göğün yerle birleştiği noktada size ihtişamla ağır ağır gurup ederken seyrettiğim anda, ruhumun son habbesini kudretsiz kollarımla ayaklarınıza atabilecek miyim?

Mitat ENÇ