Elbiseler Paris’te hazırlanır rengiyle çizgisiyle.

Hippiy’ler ilk kez Londra’da boy göstermişlerdi.

Gazeteleri ilk kez Amerika’da sansasyon ve skandal organı olarak kullanmışlardı.

Ben çok aramıştım çevremde, İstanbul’da ortaya çıkan bir moda bir davranış türü. Eski İstanbul’luların gerçek inceliğinden başka birşey çarpmamıştı gözüme.

Birkaç ay kadar önce idi. Güneşli bir kış günü idi İstanbul’un: Aksarayda bir adam “Antebin bunlar, alın beyleeer” diye bağırıyordu.

Gurbette kendi ilinin ismini duymak hoşuna gidiyor kişi oğlunun. Yürüdüm o tarafa: bir baktım adam, doldurmuş bir arabanın içine, geçen yılın mahsülü fıstığı satıyor. Hemen aldım ikiyüz elli gram. Nasıl almayayım ki, ilk kez “Şam fıstığı’’ demiyen birisine rastlamıştım İstanbulda.

Ah şu bizim adetimiz. Nedendir bilmem kendimizin olan birşeyi başkalarınınmış gibi göstermek. Bilmez miyiz ki fıstığın vatanı Gazianteptir? Bilmez miyiz ki, Şamda yetişen fıstık boyca iri olmasına rağmen lezzetsizdir? Biliriz, biliriz bilmesine ama işimize gelmez.

Mesele şu efendim, Antep hele Gaziantep demek, dile gayetle de zor geliyormuş. Halbuki bakın efendim “Şam fıstığı” ne güzel, ne kolay Ya.

Aradan zaman geçti. Birgün baktım yine bir adam “sıcak sıcak alın beyler, Antebin bunlar çıtır çıtır” diyor. Bu da simitçisi İstanbul’un. İki simid de ondan aldım. Sordum adama: dedim, niye “Antep” diyorsun da “Vefa fırınının” demiyorsun?

"Gülerim sana beyim” dedi ve güldü “İstanbul'da, bir Vefa bozacısı, bir Vefa mahallesi, bir de vefa takımı var. Ne eder? Üç. Tamam mı? Ya bir saysana bana kaç tane Antep Baklavacısı, kebapçısı, börekçisi var?” Düşündüm adam haklı. Geçenlerde saydım. Fındıkzade’den, Beyazıt’a 23 tane Antep veya Gaziantep gördüm. Simitçi haklı, reklamın temel kuralıdır bu. Göz önünde durandan faydalanmak.

İşin en garibi Fatih’te oldu. Gerçekten bende inanamadım önce kulaklarıma. Nasıl inanırım ki “Antep dondurması” diye bağırıyordu adamın biri. Dükkânının önünde bir tulumba vardı. Satıcının üzerinde Antep işi şalvar, Bursa işi mintan Aydın işi cepken.

En çok lahmacuncu, Kadıköy iskelesindedir “Antep lahmacunu” diye bağırdıklarını söylemeğe lüzum yok. Böylece vapurdan her inenin kafasına, bir “Antep” işleniyor, ben de seviniyorum.

İstanbulda iki haftadır bardakla su satanlar da çıktı piyasaya, iki bardak su 25 kuruş. Yakında “Antep suyu, Pancarlı suyu, Batalhüyük suyu” diye bağırırlarsa hiç şaşmam.

İstanbul’da en çok satılan şeylerden birisi de “alat”tır. Türlü “alat”lar. Bunlar bıçak bilemek, gazoz açmak, sebze temizlemek, kabuk soymak, berbere gitmeden saç traşı olmayı sağlamak gibi görevleri yaparlar. Ve bu “alat” satıcılarından birisinin Karaköyden. Bankalara çıkan merdivenlerin başında söylediklerini aynen alıyorum:

“Bu beyler: Ne Amerikan malıdır ne Japon malı. Dışarıya döviz vermiyoruz bu alatı alırken. Bu alat, bu milletin çocuklarının, senin öz kardeşinin “dehasından olacak’’ çıkmıştır. “Evet bu âlât Almanyadan da gelmemiştir. Şöyle; bıçağı arasına yerleştirip aşağı doğru iki kere çekmek, yeter. Sakın elinizi sürmeyin beyim aman keser. Bitmedi beyler, bu âlât şu görmüş olduğunuz ağzıyla bira, fruko, koka-kola, çamlıca şişelerini de açar. Ve şu gördüğünüz ağzıyla beyler kerpeten gibi çivi çek. Bu alatı aldığınız zaman artık tornavida taşımanıza lüzum yoktur. Çünkü şu görmüş olduğunuz küçücük âlat, dükkanlarda satılan 15 liralık tornavidalardan daha iyi iş görür. Ve beyler bu alat Alman değil, Japon değil, Amerikan değil Antep malıdır beyler. Bu alat orada.” falan filan.

Kim demiş, İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmettir diye.

Saygılarımla (Sabah) 10.6.1969

Muhtar GÖĞÜŞ