Bu yazının başlığı (Dünyadaki Türk Ekalliyetlerinin Durumu) da olabilirdi. Beni, bu konuda düşünmeye ve bu yazıyı hazırlamağa sevk eden amil Suriye Türklerinin vaziyeti olduğundan böyle adlandı.

Şu hakikati kendi kendimize acı acı itiraf edelim. Biz taşradaki ırkdaşlarımıza karşı pek alâkalı değiliz. Onları hemen hemen kendi kaderlerile başbaşa bırakmış gibiyiz. Kıbrıs hakkındaki galeyan halini alan ilgimizi oralı kan kardeşlerimizdeki münevver adedinin çokluğuna ve bunun neticesi milli şuurlarının gelişmiş olmasına borçluyuz Kıbrıslılar kendilerine karşı uyanık bulunmaya bizi adeta zorladılar.

Türk Genel tarihinin mütelââsı gösteriyor ki zaptetiğimiz yerler de milliyetçi politikaya bir türlü iltifat etmemiş, bilâkis idaremiz altında yaşayan kavimlerin milliyetlerini muhafaza etmelerine karşı geniş bir müsamaha siyaseti takip etmişiz. Tabiî bunun bütün zararını biz görmüşüzdür.

Ufuklarında güneş batmayan Büyük İmparatorluklarımız Türk’ün milli varlığı ve bekası adına azameti ile tamamile zıt birer tesir bırakıp tarih sinesine gömülmüşlerdir. Eğer bu Türk devletlerinin başındakiler Türk milliyet ve harsını yaymak ve yerleştirmek gibi milli bir şuurla hareket etselerdi bugün dünya haritası daha başka olurdu.

Eski devirlere gitmiyelim. Gaznenilerden Osmanlı İmparatorluğuna kadar büyüklü küçüklü düzüne ile devlet milliyet politikasını benimsemiş olsalardı, bu da kâfi idi. Halbuki bu devletlerin başında bulunanlar, mensup bulundukları ve dayandıkları Türk varlığını hars ve milliyet bakımından bir kenara itmiş, birisi Acemlerin Türklere üstünlüğü terennüm eden şehnameciği sarayında beslemiş öteki Arabı (Kavm-i Necip) diye kendi ırkından yüce tutmuştur. Bunun neticesi asırlarca idaresinde kaldığı halde Türkleştiremediği kavimler zamanla ayaklan mı kendi istiklallerini ilan etmişlerdi. En geniş bir müsamaha ve serbestlik içinde yaşayan bu kavimler bugün Türk düşmanlığını milli siyasetlerinin temeli haline getirmişlerdir. Buna mukabil yaş bakımından Osmanlı İmparatorluğunun beşte biri kadar bile devam etmiyen Emevi devleti takip ettiği koyu milliyetçi politika sayesinde Arap kültürünü Atlas Okyanusuna kadar bütün Kuzey Afrika’ya, Anadolu ve İran Yaylaları eteklerine kadar yaymış ve yerleştirmiştir.

Suriye ve Irak gibi Türklerin mühim bir yekûn teşkil ettiği memleketler Osmanlı İmparatorluğundan ayrıldıktan ve istiklâllerine kavuştuktan sonra Emevî politikasına sarılarak idaresi altındaki başka kavimleri Arablaştırmak yolunu tutmuşlardır ki bunda asıl hedef Türklerdir.

Dünya gazetesi yazarlarından Hayri Aypar’ın Irak gezisine ait geçen sene çıkan yazıları bize en yakın bir dost gibi görünen bu devletin Türk Camiasına karşı nasıl bir temsil siyaseti güttüğünü açıkça göstermektedir. Şimdi ise krallığı deviren ve memlekette sözde hürriyet getiren ve Irak Cumhuriyetini kuranlar Nuri Sait Paşa hükümetine rahmet okutan bir politika takibine başlamışlardır.

Suriye’de durum daha fecidir. Bir kaç gün önce gittiğim bir hudut köyümüzde bu fecaat acı acı anlatıldı. Sınırlarımızın hemen ötesinde bulunan yüzlerce Türk köyü Suriyeli Arap milliyetçilerinin koyu bir temsil cenderesi içinde kıvranmaktadır. Nüfusu tamamile Türk olan bu köylerde Arapça eğitim yapan okullar açılmıştır. O kadar ki bu okullara devam etmek mecburiyetinde bırakılan çocuklara evinde bile Türkçe konuşmak yasak edilmiştir. Bu yavrucuklar o kadar korkutulmuş o kadar telkin altında bırakılmışlar ki zaman zaman Türkiye’deki akrabalarını ziyarete geldikleri vakit bile çekine çekine Türkçe konuşmaktadırlar.

Suriye’deki Türkçe köy, dağ, dere ve umumiyetle mevkii isimleri tamamile Arapça olarak değiştirilmiştir. İfade edildiğine göre bu durum karşısında bir nesil sonra Suriye’de Türk Benliğinden eser kalmıyacaktır.

Suriye Hükümeti yalnız yukarda anlattıklarımızla kalmıyor. Bu çocuklara Türk düşmanlığını da telkin etmektedirler. Bu memlekette en büyük ve millî düşman Türkiye ve Türklerdir. Her Türk kelimesini derhal bir hakaret sözü takip etmektedir. Radyoda Türk İstasyonlarını dinlemek, Türkçe plaklar çalmak en büyük suçtur. Hilafına hareket edenler hükümetin daimi tehdidi altındadır.

Türkiye’de milliyetçilik esas olarak 19’uncu asırda filizlenmiş 20’nci asır başlarında Ziya GÖKALP'ın ilmî rehberliği ve daha sonra ATATÜRK’ün liderliği ile kemalini bulmuştur. Ancak bu milliyetçi faaliyetler daha ziyade hudutlarımız içinde kalmıştır. Bizden manevi liderlik bekleyen taşra Türkleri çok vakit kendileriyle baş başa bırakılmıştır.

İmparatorluk muhtelif millet ve ümmetleri camiasında toplayan bir idare olduğundan bu devirde siyasi Türk milliyetçiliği belki doğru olamazdı. Fakat misakı milli hudutları içine çekildikten sonra, hız alan milliyetçilik ceryanının dışarıdaki ırkdaşlarımızla ilgilenmek ve millî şuurlarını saklayabilmeleri için bu ilgiyi devam ettirmek suretile şumüllenmesi gerekirdi.

Komünist Rusya ve demirperde gerisi devletlerinin pençelerinde bütün ulusal varlığını unutmaya yüz tutan milyonlar bir yana, Yunanistan, Irak, Iran ve Suriye’deki kan kardeşlerimiz bizden hiç bir himaye ve müzaharet görmediklerinden günden güne milli benliklerini kaybetmektedirler.

Ne Turancılar gibi Türkler’in hepsini bir bayrak altında birleştirmek sevdasını, ne de başka devletlerin iç işlerine müdahale amacını güdüyoruz. Amma milletler arası muahedelerin devletler hukukunun ve insan hakları anayasasının tanıdığı prensiplere dayanarak bu Türk evlâtlarını zoraki ve dolambaçlı yollardan temsilini önlemeye hakkımız yok mudur?

İlk olarak okur yazar kısmı az, bu bakımdan kendi haklarını korumaktan aciz bulunan oymak ve akrabalarının bir kısmı hala topraklarımızda yaşayan Suriye Türklerinin maruz bırakıldığı durumu gözden geçirmemiz lazımdır. Hükumetin zaman kaybetmeden bu konuya alaka göstermesini rica ediyoruz.

Cemil Cahit GÜZELBEY