Eskilerin şiir görüşünü yansıtan şöyle bir mısra var:

Eğer maksat eserse mısra-ı berceste kâfidir.

Bazen bir şairin bütün eserleri unutulur gider. Fakat bir parçası, bir beyti onu yaşatmaya yeter.

Ünlü halk şâirimiz Şerif Dâi’nin elde bulunan 35 - 40 parçası titiz bir edebiyât eleştiricisi tarafından kıymetlendirilirse belki yarısından fazlası sapır sapır dökülür. Ama onun köy odalarında halâ anlatılan muziplik fıkraları ile kurtuluş bayramlarında okunan Gaziantep Ağıdını onun sonsuzlaşmasına yeter.

Bu yazımda en başta Gaziantep Ağıdı olmak üzere üç şiirinin yazılış sebeblerini anlatmaya çalışacağım.

Şerif, Gaziantep savaşının sıkıntılı günlerinde kuvayı milliyeye mensup bazı arkadaşlarıyla birlikte Maraşa gider. Bir akşam oturdukları içki sofrasında her zaman ve her yerde olduğu gibi meclisin tek konusu Gaziantep savunmasıdır, Şerif, birkaç kadeh içtimi aklı muziplik çalışmaya başlar. Ne yapar yapar birlikte bulunanları tedirgin edecek bir muziplik icat eder. Aynı arkadaşlarla o yıl artık köyünde bir akrabasına misafir olur. Yenilir, içilir, herkes yatağına çekilir. Ertesi gün harmanlarda bir vaveyladır kopar. Kimisinin ayakkabısı, kiminin abası, kimilerinin çeşitli harman âletleri kaybolmuştur. Aranır bulunmaz. Harmanlar döğülürken veya savrulurken kayıp eşyalar teker teker ortaya çıkar. Bunun Şerif'in marifeti olduğu sonra anlaşılır. Geceleyin kalkmış harmanın birinden aldığını öbürüne, öbüründen aldığını berikine saklamak suretiyle ortalığı karıştırmıştır. Bu işi sırf muziplik için yapmıştır. İşte arkadaşlarının bu muzip huyunu bildiklerinden misafir kaldıkları evde bir iş yapmasın deye gece onu bir odaya kapatırlar. Biraz sonra Şerif bir kâğıt kalem ister. Bu arzusu hemen yerine getirilir. Odanın bir köşesine çekilir. Yarım saat soara elindeki kâğıttan ünlü ağıdını okumağa başlar:

Kara imiş şu Antep’in yazısı

Melemiyor koyun ile kuzusu

Her köşe başında yiğit ölüsü

Hanı benim mor sümbüllü bağlarım

Antep deye hazin hazin ağlarım.

Yazı konusu şiirlerinden ikinci olan Kabak destanının yazılmasına en yakın tanığım.

Dedem Mehmet Zeki Dâî ile Şerif, amca çocuklarıdır. Dedemin ve amcasının Karaçomak köyünde çiftlikleri var. Yılın birkaç ayını köyde geçirir. Bundan ötürü dayılarımla birlikte fırsat bulduk mu yanına gideriz. 1927 yılının mayısı içinde yine köye gitmiştik. Köyün kuzeyinde, Gaziantep yolunun üzerinde bulunan bir dut ağacının altında oturuyorduk. O tatlı tatlı anlatıyor, köylülere takılıyor, çevreye neşe saçıyordu. Bu sırada Antepciler (köyde o gün Antep’e gidip gelenlere Antepci derler) sökün etti. Bunlar arasında yaşlıca ve üzerinde heybe bulunan eşekli bir adam yanımızda durdu. Koyun cebinden bir mektup çıkardı. Şerif Dâî’ye verdi. Sonra heybeden aldığı birkaç tane kabağı verdi. Şerif bir kabaklara, bir bize, bir de bunları getiren adamın yüzüne baktı. Sonra bana dönerek:

—Cemil koş bana bir kağıtla bir kalem getir dedi. İsteğini hemen yerine getirdim. Üç beş dakika içinde, irticalen denecek bir kolaylıkla kabak destanını yazıverdi. Bu parça şöyle başlar:

Bostanların etrafında bitersin

Dörtyanına dallar kollar atarsın.

Çok büyürsün, bir Antep’e yetersin

Dolma bıçağıyla, oyduğum kabak.

Kabak ve mektubu Gaziantep’te bulunan babasına yollamıştı.

Şerif’i askerlik görevine çağırırlar. O zaman bütün Gaziantep askerleri gibi oda Şam’a sevkedilir. Şerif, çok cömert bir adamdır. Bu cömertlik çıplak gezen bir fakire sırtının ceketini geydirecek kadar ileridir. Bu huyunun icabı harçlığını çabuk bitirir, parasız kalır. Babasına sık sık mektup yazarak harçlık ister. Bir seferin de babası Oğlum bağ ve ekinlerimize dolu değdi Paranı idareli kullan deye nasihat yollu cevap verir. Bu haber Şerif’e güzel şiirlerinden birini ilham eder. Babasına yazdığı mektuba eklediği bu şiir şudur:

Dur bakalım sana sözüm var felek

Leyli nahar işim ettin zar felek

Çok yalvardım bana hiç rahmetmedin

Ne namus var, nede sende ar felek