Sayın dinleyicilerim,

Sîzlere bugün de (Şaraküstü)’den bahsedeceğim.

Eskiler (İsimler gökten iner) demişler. Bu sözle adlanışlardaki isabeti mi, yoksa sebebini bulamadığımız olaylar üzerinde fazla durmayıp durumu tanrının hikmetine yormakmı kastedildiği kestirilemez. Gerçekten bazı adlar varki isimlenişinin nedenini bulmak olumsuzdur. Belki de atalarımız bu olumsuzluk karşısında (Adlar gökten iner) deyip işin içinden çıkmışlardır.

Bölgemizdeki bazı yer adlarının isimleniş sebeplerini düşünürken kendi kendimize yönelttiğimiz soruların karşılıkları çok vakit ya susmadır yahut kandırıcı olmaktan uzaktır.

Şaraküstü için şöyle bir söylenti var: Vaktiyle şehir kalenin çevresinde imiş. Adamın biri nasılsa yakınlarına kızarak aralarından ayrılmış. Bugün Aydınbaba dediğimiz tepenin doğusundaki sırta bir ev yaptırıp burada oturmaya başlamış. Uzaklarda beliren bu tek evin kuruluş sebebi konuşulurken sahibi için (Şara küstü) denmiş. Deyim zamanla evin bulunduğu yere de ad olmuş.

Hikâye akla uygun ve addaki (Şar) sözcüğü bize yüzyılların ötesinden Gaziantep’in Türklüğünü haykırıp durmaktadır.

Yine söylentilere göre: Şaraküstü’nün ilk evi yapıldığı çağlarda Türk tepe Kamalak ormanı ile örtülü, Aydınbaba ve Türk tepe arasındaki vadi, bunun güneyi bağlar ve bahçelerle kaplı imiş. Şaraküstü’nün ilk evini başka evlerin yapımları takip etmiş. Daha sonra beşinci devletli tekyesini, yer altı mescit ve kastelini, Selçuk prenslerinden Esenbek camii ve kastelini yaptırmış, Tunuslu Sancak beyi Ferruh Ağa camiini, Şeyh Fethullah Camii ve hamamını, Mehmet Çelebi Göğüş Nakıp Medresesi ve hamamını inşa ettirmiş, böylece yeni bir şar doğmuştur.

Öbür yandan kaleyi çerçeveliyen şehir dört yanına, bu arada güneye doğru da genişlemiştir. Amma şehirle şar arasında yine bağlar boşluk yerler, (Şeyh Musa makberesi) denilen bir mezarlığın kalıntıları bulunmaktadır.

Bundan yüz on sene önce şehrin ileri gelen üç zengin ve belli adamı oturup konuşurlarken üzerinde İdarî görev bulunan birisi bu bağın ve boş yerlerin birlikte imar edilmesini ileri sürmüş. Teklif kabul edilmiş.

Bu üç kişiden idare adamı olanı meşhur Battal beydir. Diğerleri Göğüşlerden bir bölümünün atası Haci Taha efendi ile Atayların dedesi Müftü Haci Osman efendi’dir.

Haci Osman efendi mezarlık kalıntısı ve boş yerlerden bir kısmına bir han ve iki bedesten yaptırıp binalara Sultan Abdülmecid’in adını vermiş. Temel kazılarında fazla miktarda insan kemiği çıktığından bu çift galeriye (Kemikli Bedesten) denmiş. Haci Osman efendi ayrıca eskiden Kelleci pazarı denilen sokağın kuzeyindeki kısmını da imar etmiş, bedestenlerin karşısına bir havuz yaptırarak hem vatandaşı olduğu devletin hem de kendinin adını vermiştir. (Osmaniye kasteli denilen çeşme budur.)

(Ahmağın bağı) adiyle anılan yer Battal beyle Haci Taha efendi ortada bir pazar yeri bırakarak bölmüşler, Battal bey Tuz hanını Haci Taha efendi o zamanlar Antep’in iri binalarından sayılan (Yüksek Kahve)’yi yaptırmıştır. Böylece eski küsülülüğün bir hatırası gibi duran bağ ve boşluklar ortadan kalkmış şehirle şar tam barışmış, el ele vermişlerdir.

Birçokları Şaraküstü’yü bir mahalle adı sanırlar. Eskiden belki böyle idi. Şimdi birkaç mahalleyi içine alan büyük bir semttir.

Osmanlılar devrinde bir aralık bu semtlere (Daire) ve teşkil ettiği mahallelere de (Bölük) denildiğini eski vesikalarda okumaktayız. Şaraküstü bir daire idi.

Şaraküstü’yü orta yerinden baştan başa kesen, şimdi Şehitler caddesi denilen bir yol vardır. Vaktiyle yurdun başka bölgelerinden gelip Halep’e savuşacak kervanlar bu yoldan geçerlerdi. Bundan ötürü adına (Halep yolu) denirdi. Ayrıca yazı köylerinin tahılını dere köylerinin meyva ve sebzelerini taşıyan hayvanlar hareketi zorlaştıracak kesafetle bu yoldan gelip geçerlerdi. Halep yolundaki trafiğin çokluğuna işaret için söylenilen (Halep yolunda deve izi arıyor) sözü meşhurdur.

Çeyrek yüzyıl öncesi Şaraküstü’nün son evlerinin bittiği yerde hemen mezarlar başlardı. Ara sıra sapanla taşlaşanların savaş meydanına dönderdiği mezarlık araları kumarcıların esrarcıların barınağı idi. Halep yolu şehirden çıktıktan sonra bu mezarların orta yerinden Selevat yokuşuna doğru uzayıp giderdi.

Mezarlıkta yolun güneyinde halkın Meddaa dediği içinden taşkesilmekle meydana, gelen iki geniş çukurluk vardı. O zamanlar hemen hemen her evin birkaç koyun veya keçisi bulunur; bu davarlar sahipleri tarafından getirilip meddaa kapısında bekliyen çobana teslim edilir, otlatılmıya gönderilirdi. Akşamları hayvanlar evlerini kendiliklerinden bulurdu. O vakitler bu sürünün şehre girişi Şaraküstü’ye bir köy manzarası verirdi.

Baharda koyun ve keçiler yavruladıkları vakit kuzu ve oğlaklar da anaları gibi diğer metdaada toplanıp dağılırdı.

Akşamın alaca karanlığında birer hayalet gibi görülen mezarların yerlerinde şimdi fabrika ve imalathane bacaları yükselmektedir. Tezgah ve motor sesleri çakal ulumalarını susturmuş, hayvan katarları yerlerini otobüs ve kamyonlara bırakmıştır.