Garip Telakkili Tüccar - Pekmezimizin Vasfı - Tah Pekmezi - Halk Gıdası - Kürt Künefesi - Pekmezin Milyoner Ettiği Geneyikli

Kale altı pazarında, altın renkli pekmezlerini satan bir köylü, şehrimize alışveriş için gelen, taşralı, bir tüccara malını şöyle metheylemiş:

- Beyim!.. Bu pekmez kendi emeyimin mahsulüdür. Bağını ben diktim; ben bakıp yetirdim, üzümünü kestim. Taşıdım, sıktım, pişirdim, buraya eşeyimle getirdim.

Tüccara göre bir mahsulü imal elen kimseden doğrudan doğruya mal almak hayırlı değildir. Bir kaç el değiştirip; bir kaç kişinin bundan faydalanması daha uğurludur. Tüccar bu sebeple alış verişten vaz geçer.

Hikâyede beni ilgilendiren taraf, tüccarın garip görüşü değildir. Dikkatimi çeken nokta şudur: Çarşı ve pazarda satılan bir çok mallar biliyoruz ki mal artışı arz edildiği durumu alıncıya değin, muhtelif kimselerin emekleri dokunmuştur. Üzerinde bir çok işçiler, ustalar, sanatkârlar çalışmıştır. Meselâ: Dokumayı alalım. Bunun pamuğunu çiftçi yetiştirir. Çırçır tohumundan ayırır. Çıkrık veya fabrika iplik haline koyar. Bundan sonra hasırcı ayak kalfası, tarakçı, dokumacı, takakcının ellerinden geçer, mensucat haline gelir. Bundan sonra müstehike ulaşıncaya kadarda bir kaç satıcı değiştirir. Halbuki pekmezimiz böyle değildir. Köylünün taşralı tüccara söylediği gibi bütün işler bir elden çıkar. Bu hal pekmezimizin mühim bir vasfıdır.

Pekmez Gaziantep ve çevresinin, iktisadi varlıklarından biridir. Türkiyenin her tarafında üzüm yetişir. Fakat, o emsalsiz gıdayı imal etmek bizim köylümüze nasip olmuştur. O yalnız sağlam üzümden değil çürüyenden bile istifade etmesini bilmiştir. (Tah) bu çürüklerden (Tah pekmezi) adı ile münhasıran şerbet yapmak için kullanılan mayhoş, serinletici ve mülayemet verici bir madde istihsal eder.

Pekmezin özelliklerinden biriside, tam manasile fakir halkın, gıdası oluşudur. Zengin kilerlerinde sıralanan bal kutularına, reçel kavanozlarına mukabil, fakirlerin dolaplarında pekmez ölbeleri yer alır. Pekmez, bu zümrenin, şeker ihtiyacını karşılayan belli başlı bir varlıktır. Birinci Cihan Harbinde zaman zaman şekeri ortadan silinmesi ikinci dünya savaşında fiyatın beş liraya yükselmesi bir çok evlerde pek tesirini göstermemiştir. İkinci dünya savaşında çocuklarına çay yerine pekmez şerbeti içirip, mektebe yollayan babalar bilirim.

Bazı mütevellileri, vakıfnamelerdeki şarta uyarak aşureyi pekmezle pişirirler. Şeker kullanılışının umumileşmediği günlerde kadayıfın pekmezle yapıldığını gösteren misaller var. Bizim eski mahallede yaşlı ve orta halli bir adam vardı. Şeker yerine pekmez, yağ yerine zeytin yağı veya şirik yağı kullanır. Böylece yaptığı kadayfın adına (Kürt künefesi) adını verirdi.

(Gideceğin Antep yiyeceğin pekmez) sözü pekmezimizin bu üstün vasıfları, rakipsiz bir mahsul olması karşısında söylenmiş müthiş bir kıskançlık ifadesidir, sanırım.

Bazı milyonerler, milyarderlerin talihinin yardımı ile en basit bir hadiseden zengin oluverdiklerini duymuş veya okumuşuzdur. Bir geneyikli köylü pekmez yüzünden Halebin meşhur altın babalarından biri olmuştur.

Geneyiklinin biri her sene kendi yaptığı dört teneke pekmezi eşeğine yükler, Halebe götürür. Orada satar. Temin ettiği paranın bir kısmı ile çoluk çocuğuna ufak tefek alır; geri kalanınıda kemerine yerleştirir, köyüne dönermiş.

Köylü, Halebe ilk seferinde pekmez, üzüm komisyon ve ticaretiyle uğraşan bir adamla ahbab olmuş. Halebe her gidişinde doğru onun yanına varır, mahsulünü hep bu adamın eliyle sattırırmış. Köylünün saf, çok dürüst ve tok sözlü bir adam olması komisyoncunun hoşuna gittiğinden onu pek sevip hürmet eder, kendinden komisyon almaz, hatta malını dolgun fiatla satarmış. Köylüde Antepten giderken ara sıra ufak hediyeler götürürmüş. Bunlar en makbule geçeni tah pekmezi imiş. Geneyikli Ahmet ağa ile pekmez tüccarı arasındaki ahbablık gün geçtikçe daha fazlalaşır.

Artık tüccar her gelişinde Ahmet ağayı evine yemeğe davet etmeğe başlar. Böyle yemek davetlerinden birinde, Geneyiklinin, tüccarın saray gibi evine erkekli kadınlı, hizmetçilerine evin tezyinatına şaşkın bakması, safiyane sualler sorması zengin Haleplinin büsbütün hoşuna gider. Bir gün onu evinin hususi tertibatlı mahzenine indirerek küpler ve kavanozlar içindeki altın ve mücevherlerini bile gösterir.

Böylece aradan yıllar geçer, bir gün köylü eski münval üzere Halebe gelir, fakat dostunun dükkânını kapalı bulur, komşularından sorar, kendinin ve karısının birer ay fasıla ile öldüklerini, mirasçısı olmadığından mamelekinin hâzineye intikal ettiğini anlar. Bu arada evinin o gün müzayede ile satılacağını öğrenir. Hemen satış memuruna koşar bakmak üzere evin anahtarını alır. Doğru eve gider, vakıf bulunduğu hususi tertibatlı mahzene iner defineyi fazlasiyle yerli yerinde bulur.

Artık hikâyenin sonunu tahmin edersiniz. Tabii Geneyikli Ahmet Ağa evi satın alır servete konar. Sonra çoluk çocuğunu Halebe getirir, velinimetinin ticarethanesinin yanındaki büyükçe bir sarayı satın alarak bir han yaptırır adını (Pekmez hanı) koyar. Bu han halen Halepte (Hanı ibis) adiyle maruftur.

Pekmezciyi daima sinek yoklamaz, bazen böyle muazzam servetlerde yoklar. Temenni ederiz ki pekmez hanının Antepteki daha iyi bir benzerini bu değerli mahsulün mucidi ve amili olan köylü dayılar yaptırsın.

Cemil Cahit GÜZELBEY