Bir şehir düşününüzki, bir zamanlar sokaklarında İnsanlar kaynaşır, çarşı ve pazarından alıcı satıcı sesleri taşardı. Yeryer evlerinin bacalarından dumanlar savurulur, minarelerinden yükselen ezan sesleri yanlarını çerçeveleyen dağlarda akisler yapardı. Şimdi ise eski bayındır konakların, hanların, dükkânların yerinde moloz ve toprak yığınları yükselmektedir. Camilerin birer yanı çökmüş, minarelerin alemleri uçmuş, hamamların kubbeleri delinmiş, çeşmeler kurumuştur. Tıkanmış sokaklar, birer çığır haline gelmiş, caddelerde, sökülmüş kaldırımlar gözleri tırmalıyor. İn yok, cin yok. Öyle yıkılmışlarki, İçlerinde baykuşlar bile banlamıyor. Her yer derin bir sessizliğe gömülmüş.

Bu yer, Haçlıların Besedin, Osmanlıların Behisni, halkın Besni dediği tarihi kasabadır. Burada da Elazığ’da Malatya’da Pazarcık’ta olduğu gibi halk eski şehri bırakarak vaktiyle sayfiye evleri sıralanan, Havalı, görüş açısı geniş bir sırta taşınmışlar. İlki 40 yıl önce başlayan bu göç, yavaş yavaş tarihi Besni’yi ölü bir şehir haline getirmiştir.

Bir kaç gün önce, bir iş için gittiğim Besni’de Gani İzgi adında bir şoföre (Eski Besni nerede, uzakmı? görmek istiyorum) dedim. (Sizi gezdirelim) dedi. 5 dakika sonra bu konuksever delikanlı bir jiple yanıma belirdi. (buyurun amca) diye seslendi. Tamamen hasbi olan bu tutumun yarattığı fırsatı kaçırmadım, jipe atladım. Çok inişli yokuşlu bir yoldan hoplaya zıplaya bir süre gittikten sonra Gani İzgi’nin (geldik amca bundan sonra jip işlemez) sözleriyle jipten indik, Jip, taşları yarı sökülmüş bir kaldırım üzerinde bir cami, bir Hamam arasında durmuştu. Kılavuzum (bura Külhan önüdür) dedikten sonra yüksekçe bir yere çıktı. Benide yanına çağırdı. Eliyle işaret ederek bilgi vermeye başladı: (sağımızdaki camiye Kurşunlu Cami derler, solumuzda bina Meydan Hamamıdır). Sonra solumuzdaki derenin öbür yakasındaki başka bir binayı göstererek (bu cami ve Hamamı binanın içinde yatan Hacı Zeyve yaptırmıştır. Hacı Zeyve ermiş bir kimsedir) sözleri ekledi. Bu sırada yanımıza yaşlıca bir adam gelmişti. Meydan Hamamının müsteciri imiş. Hamam sahibinin yalnız icar alıp onarımına karışmadığından, esasen Hamamın artık işlemez olduğundan, bu durumda çökmeye yüz tuttuğundan acı acı yakındı.

Hamam gerçekten yıkılmaya hazır gibi bir durumda. Eski bir eserdi. Dış soyunma yerinde ağzından sular akan ilginç bir aslan heykeli var.

Bir tümseğin üstüne çıktık. Gani eliyle işaret ederek açıklamalarına devam etti. (Şu kavaklı cami, şu gördüğünüz enkaz yıkılan İdris camiinin kalıntısıdır. Şu Ali paşa, şu Çarşı camileri. Şunlar Ali Paşa ve Demir köprü aralarından yer yer otlar fışkıran taş yığınları, yarı sökük kaldırımlardan yürüyerek biraz daha ilerledik. Karşımıza bir yanı çökmüş bir hamam harebesi çıktı. Bu defa da ihtiyar hamamcı konuştu: (Burası Bekir Bey hamamıdır, düşmanlar Bekir beyi öldürmek üzere kovalayınca atla bu hamama girmiş. Su deposunun bulunduğu bölmeye sığınarak kayıplara karışmış. Bu bakımdan hamam aynı zamanda ziyarettir. Suyu şifalıdır) Hamamın biraz ötesinde Ulu camiin minaresi görünüyor, cami yerle bir olmuş.

Batı güneyimizdeki bir dereden sonra, birden yükselen kayaların üzerinde tarihi Besni kalesinin burçları görünüyor. Buraya halk izmeân-Bozmekan kalesi dermiş. Kalenin bize görünmeyen tarafında Mancınık denilen biri yüksek biri daha küçük olmak üzere iki kule varmış, vaktiyle Besninin bir mahallesi de bu yanda imiş.

Ölü şehirde gezerken sanki mezarlıkta dolaşıyor duygusu içindeyim. Akşamın yaklaşmasıyla karanlıklaşan sarp ve dik yamaçlar arasındaki korkunç dereler, hele tabakhane deresi bu duyguyu koyulaştırıyordu. Üzerinde kayaların bir kale suru gibi sıralandığı dağlar sanki kasabanın üzerine yıkılacak gibidir. Bu ayrı bir korkunçluk veriyordu.

Besnililer kasabanın yerini değiştirmekle yerinde bir iş yapmışlar. Ancak yeni kasaba kurulurken sırf taşından faydalanmak için tarihi binalar sökülmüş. Bunu hiçte iyi etmemişler. Yıkıntılar içinde dolaşırken kitabeler gözüme çarptı. Kimisi binaların sağlam kalan taraflarında, kimi de mezar kitabesi olarak Kurşunlu camii mezarlığında. Belki gözüme çarpmayan niceleri vardır. Bunların tarihi değerleri bakımından el konularak saklanmaları gerekir. Ayrıca ayakta kalan eski eserlerin hiç olmazsa fotoğrafların alınmasıda bu yönden bir ödevdir.

Cemil Cahit GÜZELBEY