Nüveyran Oğuz, Gaziantep’in bir köyü iken 1946’da Oğuzeli’nin kuruluşuyla bu ilçenin sınırları içine alınan Kefer Sarı (Kefer-i sale) köyüdür. Beydili Türkmen Aşiretine bağlı Arpalı (Aradlu) oymağından Salih’in oğludur. 1940 yılında bir intikam kurşuniyle öldürüldüğü vakit bu oymağın reisi bulunuyordu.

Nüveyran, babamın en yakın dostlarındandı. Bu dostluk ta delikanlılık çağından başlamış, ölünceye kadar sürmüştür. Babamın anılarında en çok yer edenlerden biri olsa gerektir ki, sık sık ondan bahseder, başlarından geçenleri or taklara olaylardan söz açardı.

Nüveyran’ın, çocukluğumda defalarca evimize misafir olduğunu hatırlarım. Babam Arkık köyünde tarımla uğraştığı sırada en hatırlı ziyaretçi ve misafirlerdendi. Kurtuluş savaşı dolayısıyla Maraş’tan satın aldığı bir hafif Makineli tüfeğini isteği üzerine ona hediye etmişti. Babamla bu yakın dostlukları, çeşitli nedenlerinden birisi sanıyorum ki ailemizin eski bir Türkmen beyinin soyundan gelmiş olmamızdı.

Babam, bir gün Nüveyran ve oymağı ile ilgili şu anıyı anlatmıştı:

"Kandevir köyünde yapılacak bir düğünde ağır bir (Okuntu) ile çağrıldım.

Bu düğün dolayısıyla büyük cirit oyunları tertiplenmişti. Atım, yakın kuzlacı idi. Bu sırada amcam Güzelbey oğlu Şerif Ağa’ya Halfetide damadı Mehmet (Köksal) Bey’den iyi bir at armağan edilmişti. Bunu öğrenince amcamın yanına koştum. Atı emanet olarak istedim. Attan anladığımı, bir evlat gibi baktığımı bilirdi. Hemen peki dedi. Atı alıp Kandevire doğru yola çıktım. Cevherli bir hayvan olduğunu üzerine atlayınca anladım. Koşmasını da öğrenmek için Sazgın ovasında üzengilerimi karnına batırdım. İyi at kandine kamçı vurdurmaz derler. Hayvan biraz sonra sanki uçuyordu. Elimden çok at galip geçmiş böylesini görmemiştim.

Kandevir köyündeki düğüne katılmadan önca Kefersarı’ya uğradım. Nüveyra’nın bir erkek kadar yiğit ve koçak bir kadın olan annesi Dödey karı beni öz bir çocuğu gibi severdi. Hemen yemek çıkardı. Yemekte attaki korkunç koşma yeteneğinden söz edince (oğul göreyim seni. Eski bir türkmen beyinin soyundan olduğunu şunlara göster) dedi.

Bir zamanlar çok iyi bir binici olduğunu, iyi cirit kullandığını, attan inmeden ve koştururken yerden cirit değneğini aldığını da belirten babam, sözlerine şöyle davam etti:

'’Kefersarı’dan Tilhalite’ye geçtim. Dere kenarındaki ağaçlardan birkaç cirit değneği kestim. Kandevir’in yolunu tuttum. Köye yaklaştığım sırada Ciritin en civcivli bir zamanıydı. Tanımasınlar deye yüzümü peşu ile iyice kapadım. Yalnız gözlerimin önü açık kalmıştı. Hemen kasırga gibi daldım. Attığım her ciridi isabet ettiriyor, atın şaşırtıcı koşması sayesinde aralarından sıyrılıyordum. Yüzüm kapalı, atımı da hiç görmemiş bulunduklarından bu kimliği belirsiz atlıyı merak ettiklerini kestiriyor içlerine dalıp dalıp çıkıyordum. Son olarak yüzümü açtım, atı doğru üzerlerine sürüp selam verdim. “Türkmen dostlarımın sözü şu oldu: vallahi tahmin etmiştik. Yoksa iyice kızmıştık. Neredeyse silaha davranacaktık”

Gaziantep Savaşının zorlu günlerin de babam, kardeşlerimi anne ve ninemi o zaman Nüveyran ve amcası çocuklarının, oymaklarından kimi adamların oturmakta oldukları Şeyhbilecen köyüne göndermişti. Fransızların gelmelerinden sonra köylerini bırakarak buraya göçmüşlerdi. O zamanlar Tüp ovası, Elbeyli ve barak yazıları kendilerine, yerine göre kuvayı milliye süsü veren silahlı birtakım adamların, Fransızların Ermeni müfrezelerinin, göçebe arap oymaklarının tehdidi altında bulunuyordu. Mal ve can güvenliğinin kalmadığı o günlerde Araplı Türkmenlerinin yarı misafiri ve himayeleri altında bulunuyorduk. Bu vesileyle onu daha iyi tanımış mertliğine, cömertliğine yiğitliğine hayran kalarak baba gibi sevmiştim. Harpten sonra Gaziantep’e gelişinde Maarif bahçesinin köşesine oturmayı adet edinmişti. Gördümmü yanına gider, elini öper, hâl hatır sorardım. Bana (yeğen) derdi. Sonraları hoş sohbet, hazır cevap, yiğit ve babası kadar koçak olan oğlu Ömerle dost olduk.

Nüverin Oğuz’un kurtuluş savaşı sırasında Elbeyli aşireti reisi Bilal Bey’i öldürdüğü hakkında pek yaygın bir söylenti var. Hatta bu olay için birde uzun hava türkü çıkarılmıştır. Babamdan öğrendiğime göre o böyle bir İsnadı red edermiş. Ancak kurtuluş savaşında kuvayi milliyeye katılıp katılmama bakımından aralarında görüş ayrılığı olmuş. 1939’da gene Maarif bahçesinde ısmarladığı çayı içerken bu olayın iç yüzünü öğrenmek için sormak istedim. Bir türlü açamadım. Nüvere’nin Bilal Bey’in öldürülüşüne karışmadığını başka başka kimselerden de duydum. Ancak aşağıya alacağım belgelerden sıhhat derecesini kestiremediğim birisi ilgisini açıklamaktadır.

Nüveren gerçekten yiğit ve kârlı bir adamdı. İyi bağlama çalar, içki kulIanırdı. Eski Türklerdeki (Türk çadırda doğar çayır da ölür) sözünü Nüveren ve oymağı (Türkmen yatakta ölürse mundar olur, yiğit dediğin savaşta, kavgada, döğüşerek ölmelidir) biçiminde söylerdi. Türkmenler kendilerini başka aşiretlerden, hele Araplardan daha soylu görür, bir üstünlük duygusu taşırlardı. Türkmen kızlarına kesilen kalınların öbüklerina göre yükseklik göstermesi, bu üstünlük duygusunun başka bir belirtisidir.

Nüveren, Gaziantep çevresinde Fransız istilasına karşı direniş başladığı zaman cahil bir adam olmasına rağmen, içindeki ulusal bilinçle Kuvayı milliye saflarına katıldı. Akrabaları ve bütün oymağıyla savaşın başından sonuna kadar bu ülkeye bağlı kaldılar. Oymağının reisi olmakla bu ülkünün öncülüğünü yapan rahmetli, savaş içinde ve savaştan sonra aldığı takdirnamelerle adını ebedileştirmiştir.

Kurtuluşu izleyen günlerde Ferzi Çakmak, Nizip tarafından ve Şaraküstü yönünden Gaziantep’e gelmiş, okullar ve halk tarafından karşılanmıştı. O gelişte Nüvereni Çakmak’ın yanında, sırtında kara bir kamçı ile şimdi bile görür gibi hatırlıyorum.

Belgelere gelince: bunlar 4 tanedir. Tarih sırasıyla aşağıya alıyorum:

1- Yırtılıp yapıştırıldığı için tamamı okunmayan Ramazan 1337, Mayıs 1337 tarihini taşıyan (Nüveyran Bey’e) diye başlık atılan bu belge 1 Nisan 1337 günü yapılan bir baskında gösterdiği fedakârlık dolayısıyla Beşinci Rütbeden Mecidi nişaniyle taltif edildiği hakkındadır. Belgenin altında Elcezire Cephesi Kumandanı Mirliva yazısı, cephe komutanlığı mührüyle (Mehmet Nihat İmzası) bulunmaktadır.

2- ikinci belge aynen şudur:

’Vesika” Birecik I kanuna evvel 37 Hamili vesika Nüveyran Bey Hükümetin her türlü tekâlif ve emirlerine şimdiye kadar itaat eylemiş. Hususiyle ciheti eskeriyeye ifa eylediği hidematı müşküresiyle kalplerimizde bir mevkii bülent ihraz eylemiştir. Mumaileyhi ah lafa tanıttırmak ve eski hizmetlerine mukabil, icap ederse, hakkında muaveneti lazimede bulunmak üzere işbu vesika yedine ita kılındı...

Mühür ve imza

Mühür iri, bir müessese mührü olduğu belli. Belkide askerlik şube başkan lığına aittir. İmzada M. Şuayıp gibi okunuyor.

Cemil Cahit GÜZELBEY

(Devamı var)