(Sayı 8 den Devam)

I. Burhan-ı Kaati Tercümesi:

Asım 34-35 yaşlarında Antepten İstanbula gitti. Bir buçuk-iki yıl sonra yani 1791’de Tebrizli Hüseyin bin Halefin Burhan-ı Kaatı’ âdlı Farsçadan Farsçaya lûgat kitabını Türkçeye çevirmeğe başladı. Bu işi altı yıl süren bir çalışma sonunda bitirdi. Kitap birkaç kere basıldı. Baskılar dan biri 853 büyük sayfa tutar. Burhan-ı Kaatı’ farsçanın tanınmış lûgat kitaplarındandır. Kelime zenginliği bakımından Farsçada daha 7 büyük eserler vardır. Fakat anlamları açıklamada Burhan-ı Kaatı’ çok üstündür. Hele bir çok bitkilerin ve bazı maddelerin ne gibi hastalıklarda kullanılacağı hakkında geniş bilgi verir. Aşağıda gösterdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere Asım Burhan-ı Kaatı’ tercümesinde gerek tarifleri ve açıklamaları yaparken, gerekse Farsça kelimelere karşılık gösterirken kullandığı öz Türkçe sözler arasında “bizim diyarda... tâbir olunur” “Istılâhımızda... tâbir olunur”, “bizim semtlerde... tâbir ederler” diyerek pek çok Gaziantep kelimesi de vermiştir, örnekler:

§ Hazir: Ateşli kül mânasınadır ki bizim semtlerde ör tâbir olunur.

§ Bûriya - Kûbî: Cedit bina olunan hanelerde ahibba birbirine eyledileri davet ve ziyafete denir ki bizim diyar ıstılahında oda yağlama tâb olunur.

§ Türkçüş: Yarı pişmiş ettir ki ıstılahımızda tatarı tâbir olunur.

§ Çavli: Sazdan veya hasır otundan örülmüş yassı tabaktır. Anınla galle evsüp topraktan pâk ederler. Türkîde tepir tâpir ederler.

§ Bâm gülân: Tulâni ve musaykal ve müdevver bir taştır. (Kârgir hane sutûhu üzere vazederler, İki başlarında iki küçük sûrâhları olmağla ol sûrahlara iki ayaklı bir çatal bir ağaç geçirirler Hanenin üzeri örtüldükte veya yağmur akeblerinde ağaç ile mezbur taşı beri öte çekerler. Damın toprağı pekişüp ve henvar olur. Aşağısına yaş nufuz eylemez. Rum diyarında sutûh, tuğla aktarması olmağlı mütearef değildir. Lâkin bizim diyarların ebniyesi kârgir olduğundan müteareftir. Ol taşa loğ ol ağaca loğ ağacı ve vech-i meşruh üzere beri öte çekmeğe loğlamak tâbir ederler.

§ Fürate: Azerbaycanda bastık ilmidir. Üzümün şırasını galiz olunca kaynattıktan sonra bir miktar nişasta çalup kıvama getirirler. Ve ceviz ve badem, ve fıstık içleri dizilmiş iplikleri ana batirup kurudurlar. (Bizim diyarda buna sucuk derler. Antep sucuğu meşhurdur. Ve bastık vech-i meşruh üzre kıvama gelmiş sebzeyi çarşaf misillü nesneler üzre yayup kuruyunca terk ederler. Badehû soyup kıt’a kıt’a ederler. İktiza eyledikçe badem ve fıstık sarup tenavül ederler.)

§ Giysû fîlâ: ... Sulp ve sengin bir samg ismidir. Bir neci belût ağacından hasıl olur. (Bu samg Türkîde taş yalımı, dedikleridir. Musannifin ağaçtan hasıl olur dediği müfredatın mecmuuna muhaliftir.)

§ Çeşan: Bu lûğat bazı ferhenkte zal-i muceme ile “güzer” ve bazısında zayi muceme ile “gürz” resmolunup ve ikisinde dahi şahit irat olunmamaştır. (Lakin tetebbu ile cenk alâtında “gürz” olduğu nümayan oldu.)

§ Behek: Bir marazdır. Hâdis olduğu bedenin beşerisi pul pul beyaz olup biaynihi kurbağa alacasına döner. “Behak” muarrebiidir. (Ve muarrebiyle maruftur. Beras illeti bundan başkadır. Berasın maddesi uzvun içice olup cemi lâhmi tağyir ve ifsadeder. Amma behakın maddesi beşerede olur.)

§ Gil-i Rumî: (Bir miktar kırmızı göğe mail ak ve hoşbû bir çamdur.) Müceffif ve kaabız ve hindiba suyuyla tılâ gözden gelen kanı dâfidir.

§ Çermesar: Câbeza çeşmesi firevan yere denir (“sar” edat-ı keret olmakla pınarlık demek olur). Ve izafetle Kuhistan memleketinde bir pınar adıdır. (“Sar” bu makamda çekirde kuşuna ismidir ki sığırcık kuşu dedikleridir.) Bir mahalle çekirge müstevli olsa suyundan alup götürürler. (Atâbi sığırcık kuşları vardır. Götüren kimsenin arkasına düşüp çekirge olan mahalle geldikte çekirgeye koyulurlar).

İlk örnekleri Farsça kelimelere karşılık olarak verilen Gaziantep kelimelerini göstermek için seçtik. Sonraki örnekleri Mütercim Asım’ın esere nasıl eklemeler yaptığını veya müellifin yanlışlarını nasıl düzelttiğini belirtmek için verdik. Mesela “Bam gülân” maddesinde müellifin yazdıkları Türkçeye çevrilirse yalnız şu sözler görünür: “Uzun, yuvarlak, düz bir taştır ki pekişsin diye evlerin damları üzerinde yuvarlar.” Halbuki Asım buna yukarıda görüldüğü gibi uzun bir açıklama eklemiştir.

(Devamı gelecek sayıda)

Ömer Asım AKSOY