Bugün Türk tarihinin ünlü meydan savaşlarından Merc-i Dâbık Zaferinin 447. yıldönümüdür.

Denebilir ki, 36 Osmanlı Sultanı içinde adı ve kişiliği halkın vicdanında saygı ile yer tutanların sayısı onu geçmez. Bunların da çoğu kuruluş devrindekilerdir.

Gaziantep’te Osmanlı Padişahı dendi mi, akla ilk gelen Yavuz Sultan Selim ile, 4. Murat’dır. Bunun sebebi, her iki hükümdarın da gerçekten yiğit, ordusunun başında kılıcı sıyırıp savaşa girmiş olmaları, sefer gidiş ve dönüşlerinde Antep’e uğrayarak bir iki gün kalmış bulunmalarıdır. Gerçi Kanunî de Bağdat seferine giderken, Antep’e gelmiş, hatta Kale burçlarının bazılarını tamir ettirmiştir. Fakat Yavuz ve 4. Murat hakkında halk arasında bir rivayet ve hikâyeler anlatıldığı halde, Kanunî’ye dair hiç bir söylenti tesbit edemedim. Yavuz’a ait söylentilerin yüzyılların üzerinden atlayarak, günümüze kadar gelmesinde onun, kızılbaşlara karşı tutumu sebebiyle, medresenin çoğunluk olan Sünnîler üzerindeki propagandasının da etkisi olmuştur. Sanırım.

Tarihçiler, Mısır seferini çeşitli sebeplere bağlarlar. Bunların içinde Yavuz ‘un (bütün İslam ümmetini tek bayarak altında toplamak) yolundaki bilinen ülküsü ile, Mısır’ın çaldıran seferi sırasında, Osmanlılarla akraba bulunan Dulkadir beyliğinin topraklarına tecavüz ederek, bazı kaleleri zaptetmiş olması ve yavuz’un en büyük hasmı Şah İsmail ile, ittifak yapmış bulunmaları başta gelir.

İyi bir asker olan Yavuz dedesi Fatih gibi, davranış niyetini peşinen belli etmezdi. İstanbul’dan çıkışı İran Seferi içindi, Kölemenlerin, önceden yola çıkan Sinan Paşa’yı bir yıl önce, Dulkadiroğullarından aldıkları Malatya’dan geçirmemeye kalkmaları Yavuzun gerçek niyetini ortaya koymuştur.

Konya ve kayseri üzerinden yürüyen Yavuz’la, Malatya’dan Güney-Batıya yönelen Sinan Paşa, Elbistan’da birleştikten sonra, asıl hedef artık tümü ile, meydana çıkmıştı.

Yavuz atını Gaziantep yaylasına doğru sürdüğü zaman, zafer güneşinin ilk ışıkları Besni kalesinin burçlarında parladı. Besni Kalesinin itaatı, Yavuzun yolu üzerinde bulunan ve ortaçağın ünlü kalelerinden olan Raban (Araban – Altıntaş). Marzuman (Merzimen) kapılarının silâh kullanmadan açılmasını sağladığı anlaşılıyor.

Selim o çağda sık ormanlarla kaplı Karadağ’ı aşıp Merzimen suyu kenarında kurulan otağına girdikten sonra, huzuruna ilk kabul ettiği kimse, Mısır Sultanının Antep muhafızı Yunus Bey olmuştu.

Gavri, Antep’i bir yıl önce, Dulkadiroğullarından almış, bunun hatırası olarak kale yakınlarında kendi adını taşıyan bir çeşme yaptırmıştır. Antep Dulkadiroğullarından önce, uzun süre Memlûklar idaresinde kalmıştır. Kale burçlarında halâ o devri canlandıran kitâbeler vardır. Bundan başka, Kölemen hükümdarı (Seng-i Hoş Kadem) in Antep’i beğenip burada bir süre oturduğu söylenir. Mahallemizden birinin eskiden bu adı taşıması söylentiyi doğrulamaktadır.

Sözü geçen şehir ve kalelerin kolayca ve birbiri arkasından Yavuz’un emrine girmeleri, özellikle Antep muhafızının şehre 40 kilometre mesafede bulunan Merzimen suyu kenarında Yavuz’u karşılaması, üzerinde durulacak önemli bir konudur. Yavuz’un önünde dayanabilmeleri imkânsız olmakla beraber, olayda bir asır önceki Timur istilâsının, bölge halkının Yavuz’la aynı dili konuşup, aynı harsı taşımalarının, Dulkadiroğulları ile Antep halkının akrabalığı ve sıkı münasebetlerinin etkisi olmuştur.

Yavuz, Merzimen Ordugâhından hareket ettikten sonra, Sam Köyü önünde bir zamanlar başı Dülük Kralının kızına sayfiyelik ettiği söylenen tarihî pınarda durdu.

Selim’in burada Adıyaman’da gömülü (Meşayıh-ı izamdan) Abdürahman-ı Erzincanî evladından, Sam Şeyhi adı ile anılır, müderris Mehmet Efendi ile buluşup konuştuğu hakkında şöyle bir hikâye vardır:

Yavuz, Şam’a yaklaşırken ihtiyar bir adamın bağı ile meşgul olduğunu görüp atının başını çekerek seslenir;

“-Baba biraz üzüm versene!,, Devrinin belli bir bilgini olduğu kadar erişmiş bir kimse sayılan Sam Şeylıoğlu “Ya Allah,, deyip elindeki tahra ile kuru bir bağ çubuğuna vurur. Ve üzerine yeşil yapraklar bulunan koca bir salkımı Padişaha verir. Sam Şeyhinin bu kerametine Yavuz’da haşlama tenceresinden yeni çıkan ve henüz suları damlayan iki içli köfte vermek suretiyle karşılık gösterir. Böylece iki eren birbirlerini tartar ve manevî alemde anlaşırlar. Bu arada Mehmet Efendi, Mısır’ın fethini Müjdeler. Bunun üzerine Yavuz, devletluya;

“-Dile, benden ne dilersin?,, diye sorar.

Sam Şeyhi oturduğu köyün aşarını ihsan etmesini diler. Yavuz Şam’ı Şam olarak anlar. Ona “Şam uzaktır, Halep’i Rakka’yı vereyim,, der. Mehmet Efendi, maksadını açıklayınca Yavuz bir fermanla Şam’ın aşarını bağışlar. Ayrıca, köyde bir cami ile bir de han yapılmasını irade eder, İkincinin gelirini birinciye tahsis eyler. Şam’da bu cami ve han halâ mevcuttur.

Yavuz Sam Şeyhinden ayrılırken;

“-Erenler, himmetin benimle bilece ola!” der.

Merc-i Dabık ve Ridaniye muharebelerinde alınan esirler, savaşın en zorlu zamanında Osmanlı Ordusu önünde binlerce, kuru bağ çubuğu ve tahranın kendilerine doğru ilerliyerek bozgunların sebep olduğunu söyledikleri, bunun Sam Şeyhinin kerameti bulunduğu, yerli halk rivayetleri arasındadır.

Evliya Çelebi, Yavuz’un Antep’e doğru ilerlediği sırada, Dülük Baba’nın yolu üstüne çıkarak, aralarında şöyle bir konuşma geçtiğini nakleder:

“Selim Şah, Mısır’a giderken rahına varıp, yolun kolay ola, Selim oğlan derler. Mısır’ı felân ayda alıp, Mekke, Medine sahibi olacak, bana bir tekke yaparmısın deyu Mısır’ın fethini tebşir eder...”

Hakiki hal teayyün, Mısır fetholunup badelfetih Selim Şah Antep’e gelüp baba merhumu bulup, kabr-i münevveri üzerine bir asitane âlî, bina eder.

Yavuz, Antep’de iki gün kalır. Bir harb divanı toplayarak hareket plânlarını hazırladıktan sonra, yoluna devam eder.

Kilis, Merc-i Dabık zaferinden sonra, Osmanlı Devletine geçtiğine göre, Yavuz’un Antep’den sonraki yürüyüş istikameti Nafak Boğazı, Sazgın ve Tümp ovaları. Balık Suyu vadisi ve Elbeyli ovası olmak gerekiyor.

Osmanlı ve Mısır orduları Merc-i Dabık’ta karşı karşıya gelirler. Yerli dilimize bataklık olarak giren, Merc Arapça bir deyim olup, çayırlık anlamına gelir. İsmail hami Danışmend’in Osmanlı tarihi Kronolojisi adlı eserinde haber verdiğine göre, Dabık bir köy ve derenin adıdır. İşte savaş Dabık çayırlığında yapıldığından, yerin adı muharebe ve zafere ad olmuştur.

Merc-i Dabık boğuşması, sabahleyin güneşin ilk ışıkları savaşçıların mızraklarına vurduğu zaman, Osmanlı Ordusunun taarruzu ile başlar. Yavuz, Çaldıran Seferinde olduğu gibi, Bunda da, bütün celâdeti ile, kılıcını çekerek ordusunun başına geçer ileri atılır. Bunu gören, birlik komutanları ve erler, şevk ile yiğit başbuğlarını takip ederler. Savaş kızışır: Bir aralık Yavuz yanındakilerle birlikte gerileme başlar. Bunu bozgun başlangıcı sayan Mısırlılar bütün güçleri ile, yüklenirler. Yavuz geriler, Mısırlılar ilerler, İşte bu sırada savaşı ve tarihin seyrini değiştiren büyük bir olay meydana gelir. Yavuz ve yanındakilerle daha geride siper, gibi, saf halinde hareket eden piyadeler birden iki yana çekilirler. Bunların arkasında gizlenmiş olan yüzlerce top cehennem gibi ateş püskürmeye başlar. Mısır ordusunun Yavuz’u yakalamak veya öldürmek için ileri atılan en seçme bölümü Türk toplarının ateşi altında kısmen yok olur, kısmen de dağınık bir halde kaçarlar. Bu hal ordunun diğer kısımlarına bulaşır. Böylece sabahleyin başlayan savaş, ikindi vakti Türk mızrak ve kılıçlarının öldürücü başarısıle biter.

Tarihçiler zaferin Mısır ordusunun daha kalabalık olmasına rağmen, Osmanlı Ordusunda kalışını Türk Topcusunun varlığiyle izah etmeye çalışırlar. Bu iddia yersiz değildir. Ancak Yavuz’un üstün cesareti ve tatbik ettiği stratejinin önemli bir hissesi olduğunda şüphe yoktur.

Yavuz, Mısır’ı ve Hicazı fethedip İstanbul’a dönerken, Antep’e uğradığı vakit, Şah İsmaile karşı iktisadî bir boykot olarak, İran ipliğinin ithaline dair yasak emrini burada verir. Emrin öteden beri ticaret ve dokuma sanayiinin belli merkezlerinden biri olan Antep’de verilişi de üzerinde dikkatle durulmağa değer bir olaydır.