Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır”, “topacın irisi ile kömürün eyisini Marta saklamalı” deye iki Atalar sözü var. Güzel ve ılık geçen şubat günlerinden sonra mart her sene bizi sürprizlerle karşılaştırır. Bu seneki mart eski martları bastırdı. Dedelerimizin darbımeseline daha uygun çıktı. Havaların ısınabilmesi için galiba eski Rumî martın çıkışını beklemek gerek; ilk baharın bu soğuk girişi bana eski bir halk masalını hatırlattı:

Eski zamanda bir kocakarı varmış; bir sene kış bu seneki gibi çok uzun sürmüş, hele martın çılgın bora ve fırtınaları herkesi evlerine hepsetmiş, kimse evinden çıkamaz olmuş. Bütün köy halkı deli mart çıksa deye özler dururmuş. Nihayet mart çıkmış; fakat o zaman mart şimdiki gibi otuz bir gün değil otuz gün çekermiş. Nisan başlamış, havalar açmış, soğuk kırılmış. Kocakarı aylardır evinde mahbus kalan oğlaklarını önüne katmış, kıra çıkmış, her taraf yemyeşil zümrüt gibi imiş.. Yeşillikler arasında yeryer açan çiçekler, papatyalar yüze gülüyormuş. Ağaçlar ak, yeşil, penbe çiçeklerden yapılmış süslü elbiselerini geymiş baharı selamlâyormuş.

Kocakarı yüzünü güneşe çevirmiş, belini bir kayaya dayamış; yeşil çemenler üzerinde oturmuş. Oğlakları da önündeki çayrlıkta oynayarak, sekerek otaltıyorlarmış. Ilık bahar güneşile gövdesi ısınan, manzaranın güzelliğile içi açılan kocakarı kışın geçen günlerini hatırlamış, deli martın boralı, tipili günlerini düşünmüş ve:

- “Mart götüne parmağım dingildesin, oğlağım” deye martla alaya başlamış. Mart bu sözü işitmiş müteessir olmuş. Hemen döneren nisanın yanına varmış günlerinden kendine bir gün vermesini yalvararak rica etmiş. Nisan arkadaşınon dileğini kırmamış, günlerinden birini marta vermis. Derhal havalar kararmış, gökler gürlemiş; Şimşekler çakmış. Müthiş bir yağmur ve bir tufan başlamış. O kadar şiddetli yağmur yağmış ki kocakarı oğlaklarını toplamıya vakıt bualamadan bir sel gelmiş oğlakları götürmüş. Ve bundan sonra Mart otuz bir gün olmuş ve martın otuz birinci gününe de “Karının oğlağını sel algittiği gün” denilmiş.