Gaziantep İmparatorluk devrinde Türk kültürünün cenuba karşı sarsılmaz bir kalesi idi. İmparatorluğun çöküşünde Türk kahramanlığının eşsiz bir abidesi oldu. Güney illerini gezenler, Türk-Arap kültürünün kaynaştığı hattı fasıl üzerinde bulunan Gaziantep’in o zamana kadar üstün ve kutsal bilinen, Arap harsına karşı nasıl aşılmaz bir set teşkil ettiğini, milli varlığını ne büyük bir hassasiyet ve kıskançlıkla korumuş olduğunu gurur ve iftiharla müşahede etmektedirler. Bu Gaziantep’in manevi zaferi idi.

Birinci Cihan Savaşından sonra galip ve müstevli ordulara karşı açık bir şehir olarak yarsız ve yardımcısız müthiş bir metanet ve engin bir feragatle göğsünü siper edişi ise Gaziantep’in tarih boyunca hiç bir şehre nasip olmayan maddi bir zaferi oldu.

Gaziantep Mondros mütarekenamesile milli sınırlarımız içinde kalmıştı. 1919 yılı Ocak ayında Halep’te bulunan İngilizler mütareke şartları hilafına haksız ve sebepsiz olarak Antep’i işgal ettiler. Bu işgali şiddetle protesto eden Gaziantepliler seslerini duyuracak bir makam, feryalarını aksettirecek bir kapı bulamadılar. Müstevlilerin cebir ve şiddete dayanan ezici idaresine inzimam eden Ermenilerin aşkın ve taşkın hareketleri Gazianteplileri sindiremedi. Bilakis milli hislerini kamçıladı, mağlubiyetin doğurduğu yeis ve ümitsizliği giderdi, mukavemet azim ve kararını arttırdı.

Büyük Atanın Sivas’tan yükselen “Ya istiklal ya ölüm” parolasını ilk icabet eden şehir Gaziantep oldu. 21 Ekim 1919’da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyetinin Antep şubesini kurdu.

5 Kasım 1919’da İngilizler Gaziantep’i fark ederek yerlerini Fransız kuvvetlerine bıraktılar. Asırlarca ferah ve şenlik içinde kucağımızda beslediğimiz Ermeniler, bu işgali fırsat bildiler. Şehir methalinde çiçek buketleriyle karşıladıkları Fransızlar, lejyonlarındaki Ermeni gönüllerine ve Fransızların yalnız hisse dayanan kötü sömürge idarelerine güvendiler. Türklere karşı olanca zulmü, hakareti şeni tecavüzleri, katilleri reva gördüler. Gaziantepliler bir taraftan bu haksız işgali, bu zulüm ve itisafı sulh konferansı ve İstanbul hükumeti nezdinde protesto ederken bir taraftan da vatanlarını müdafaa için tertibat aldılar. Halebe hususi adamlar göndererek silah ve cephane temin ettiler. Bir tüfeğe 20 altın lira, bir fişeğe bir gümüş çeyrek verebilmek için çiftçiler çifte hayvanlarını, fakir halk yorgan ve yataklarını satıyorlardı. Semt semt her gece bir eve akın eden halk Müdafaa-i Hukukun tahlif heyetleri önünde millet ve memleketini kurtarmak için malen ve bedenen çalışacağına yemin ediyor ve bu toplantılarda esen azim ve iman dolu havanın verdiği iç huzur ile gündüz uğradıkları ağır hakaret ve iğrenç tecavüzlerin acılarını dindiriyor, kurtuluş ümidi ile avunuyordu. Şehir semtlere ayrılıyor, her semt askeri bir kıta halinde teşkilatlandırılıyordu. Şehrin harp planları hazırlanıyor, nereden taarruz edileceği, hangi mevkilerin müdafaa olunacağı haritalar üzerinde tespit ediliyordu.

Ocak 1920 ayında şehir dışındaki ilk savaşlar başladı. Fransızların Kilis ve Maraş’a giden kuvvetleri yollarda çevrilerek imha edildi. Gazi yurdun mert ve kahraman evladı Şahin Bey, Antep-Kilis yolunu kapatmış Fransız garnizonunun Katmadaki tümenleriyle irtibatını kesmişti. Şehir Fransız ve Ermenilere hububat yiyecek satmıyor; Amerikan Kolejinde yerleşen düşman garnizon üst kademelerinden mütemadiyen imdat istiyordu. Kilis’ten Antep’e gelmek isteyen Fransız birlikleri birkaç defa Şahin Bey çeteleri tarafından geri çevrilmişti. “Düşman arabaları cesedimi tepelemeden Antep’e giremez” diyen Şahinin erkek sesi en uzak köylere kadar yayılıyor; derin akisler bırakıyordu. Silahlı, sopa ve baltalı Türk gençleri Şahinin etrafında toplanıyordu. Bir tugaya iki yüz kişi ile karşı duran, altmış kilometrelik yol üzerinde düşmanı dört gün uğraştıran, ezici sayı üstünlüğüne, kurşun ve mermi yağmuruna göğsünü siper yapanlar, kahramanlığın son merhalesine yükseldikten, vatan uğruna seve seve canlarını feda ettikten sonra, Şahin tek başına koca bir orduya karşı durmuş termopil kahramanlarını gölgede bırakan bir şecaat ve besaletle döğüşerek vadini yerine getirmiş, düşman arabaları mübarek cesedini çiğnemeden Antebe geçememişti.

Kahraman Şahinin 28 Mart 1920’de şahadeti Antep müdafaasının başlangıcı oldu. 1 Nisan 1920’de şehirde harp başladı. Bu şahlanış açık bir şehri her türlü imha ve tahrip vasıtalarına malik, umumi harbin galibi Fransız ordusuna ve onlara yardakçılık eden elli binden fazla Ermeni kütlesine karşı yapılmıştı. Bu savaş 11 ay devam edecek; binlerce aile, on binlerce evladını şehit ve yaralı verecek, irili ufaklı yüzlerce topun tranpet ateşi altında şehir baştan başa bir kül ve enkaz yığını haline gelecekti.

İlk silahın patlayışı ile ikiye bölünmüştü. Şehri şimalden cenuba ikiye ayıran Maarif caddesi cephe hattını teşkil ediyor; Garpta hâkim tepeler ve her biri bir kaleyi andıran muhkem binalar Ermeni ve Fransızlarda, şehrin şark kısmı Türklerde idi. Şu ev Türk cephesi karşısında bina Fransız mevzii idi. Şu muazzam kilise düşman tahassutgâhı idi. Şu cami Türk siperi idi.

Harbin ilk gününde Türk semtindeki Fransız karakolları işgal içindekiler esir edildi. Koleje karşı girişilen taarruz çok keşif düşman ateşi altında durduktan sonra boğuşma mazgal ve siper harbine inhisar etti. Mükemmel talim ve terbiye görmüş düşman askerleri karşısında, çoğu, henüz silah kullanılmasını bilmeyen tüysüz delikanlılar, ak sakallı ihtiyarlar ve kadınlar savaşıyordu. Tek kurşunumuz mitralyöz ateşi, bombalar ve top mermiler ile karşılanıyor. 15,5’luk topların tek mermisi iki katlı bir evi yerle bir ediyor, düşman ve enkaz arasında parçalanmış insan cesetleri havada uçuşuyordu.

Düşman şehri dört kere kuşattı; tanklarla desteklediği top ateşiyle hazırladığı cebri hücumlarını sık sık tekrarladı. Enkaz yığınları arasında toprakları silkerek başlarını çıkaran Türk kahramanları düşmanın elinden aldıkları bombalarla onları yok etti. Düşmanın bütün gayretleri hüsranla neticeleniyor, bu musavatsız mücadeledeki muvaffakiyetsizlikleri Fransızları kudurtuyor, askeri haysiyetlerine dokunuyordu. Düşmanın şehri muhasarası en çok bir hafta dayanıyor, müdafilerin savleti karşısında parçalanıyordu. Açılan her muhasara, akını kalan her hücum sonunda düşman, kuvvetlerini artırıyordu ve masum halk üzerine top ateşini hızlandırıyordu.

Kasım ayında düşman katmadan celbettiği yeni bir tümenin de iştirakiyle şehri son defa kuşatmış, muhasaranın yarılması için yapılan bütün teşebbüsler boşa gitmişti. Muhasaranın uzun müddet devamı zaten az olan cephane ve erzakı bitirmişti. Aylarca acı zerdali çekirdeğinden yapılmış ekmeklerle kifafı nefis edildi. Güherçileden barut, patlamayan düşman mermilerinden bomba imal edilerek düşman hücumları püskürtüldü. Ocak 1921 sonlarında eldeki son kurşunlar atılmış, son erzak kırıntıları da bitirilmişti. Açlık her şeyin üstünde bütün mukavemet imkanlarını selbediyordu. Türk mahalleleri mermi yağmuru altında tamamen harap olmuştu. Kadınlar, çocuklar mağaralara sığınmışlardı. Şiddetle hüküm süren kış, açlığın ızdırabını daha çok arttırıyordu. Ölmek kolaydı kolaydı, fakat cebri bir hücumla şehrin sukutu çok feci sahneler doğurabilirdi. Bu durum karşısında ölümü esarete tercih eden şehir müdafileri, bir avuç mücahit 7 Şubat 1921 gecesi müthiş bir şiddetle düşmana saldırarak, muhasarayı yararak şehirden çıktılar. Türk tarihine yepyeni ve emalsiz kahramanlık destanları yazdıran Gaziantep müdafaası da bu suretle sona ermiş oldu.

Gaziantep’in bu fevkalâde kahramanlığını takdiren Büyük Millet Meclisi ona unvanların en büyüğünü gazilik payesini verdi. Türk ve insanlık tarihinin mümtaz siması büyük kahraman ATATÜRK bu şehir halkını şu veciz cümlesiyle bütün Türk milletine örnek olarak gösterdi.

(Türküm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü Gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilirler)

Ali Nadi ÜNLER