Mehmet Ağa harman sonu eline geçirdiği birkaç kuruşu cebine koyarak şehre yollandı. Köyden üçyüz metre uzakta değirmen arikinı henüz geçmemişti ki iki tarafı böğürtlen ve iğdelerle kaplı yolun bir dönemecinde halasının oğlu. Ökkâş ve Mistik kiya ([1]) ve bir kıç Aatepçi ile karşılaştı ([2]) selâmlaştılar; aralarında şu konuşuk geçti.

— Mehmet Ağa nereye Antebe mi

— Beli! Çocuklara biraz ufaktefek alacağım. Ne var ne yok şehirde...

— Ne olsun. Şehre âdeta kaçak gibi girip çıktık! Pantalon geyrnek mecburî olmuş; Halep yolunda vaziyeti yolculardan anladık. Geri dönmek te; olmadı. Aralık sokaklardan, polislerin göremiyecekleri dehlizlerden gittik geldik. Çarşıdaki işimizi Duımuş çavuşa gördürdük. Fakat Veli boş bulundu. Az kalsın şalvarı gidiyordu. Sakın bu vaziyette gideyim deme birinden bul buluştur bir pantalon gey öyle git..

Mehmet Ağanın yüzü buruştu. Ne yapacaktı. Düşündü düşündü. Birden yüzünü bir neşe bulutu kapladı ve dönüp fırladı ve eve geldi. (Efendi) nin bir sene evvel kendine verdiği eski pantalonun paçaları duruyordu. Bunu karısından istedi. Eşeğin yükü altına iğneledi. Tekrar Antebin yolunu tuttu. Kemali emniyetle şehre girdi.

Ağa camiinin önünden geçerken uzaktan köylüyü gören bir bekçi ve bir polis koşarak geldiler. Polis sordu:

— Hanı pantalonun, niçin donla geziyorsun. Hükümet yasağını duymadın mı?

Köylü soğuk kanlılığını kaybetmeden cevap verdi.

— Estağfirullah beyim! Boynum kıldan incedir. Pantalon aldım. Yerimiz çok uzak; köyden buraya kadar geysem tozdan, topraktan heder olacak. Halbuki ben fakir bir köylüyüm ne halde tertipledim. -Heğbenin altındaki yamaları göstererek- işte bakın hana girer girmez hemen giyeceğim. Polis ve bekçi ikisi birden:

— Bir daha dışarıda gey öyle şehre gir, dediler ve uzaklaştılar. Mehmet Ağa zabıta memurlarının arkasından bakarken ufak kara gözleri, muzafferane parlayordu.

C.C GÜZEL


[1] Kiya — Kâhya

[2] Antepçi — Köyden antebe gidip gelen