Gaziantep’te Kap denince akla ilkin içine öteberi konulan şeyler gelir. Kelimenin sonuna birde kaçak sözü eklendimi o vakit anlam bir özellik kazanır. Kab gacak deyimi ile tabak, tencere, tepsi, leğen gibi yemek pişirme koyma araçları ifade edilir.

Kabın Gaziantep’teki bir anlamı da bugünkü mimarinin tonoz dediği içbükey şeklinde taştan, tuğladan örülmüş duvardır. Eskiden bâzı sokaklar böyle kapların altından geçerdi. Ve bu yerlere de _‘'kabaltı’’ denirdi. îşte yazımıza başlık olan Kaplıkahve adını ikinci anlamdaki Kap’dan almıştır.

Vaktile yazımızın konusu olan Suburcunda binadaki tavanın tümü kapmış, kah ve olarak kullanılmış. Bu nedenle “Kaplıkahve” adını almıştır. Sonraları içkili lokanta haline gelmesine, kap yerini tahta bir tavana bırakmasına rağmen Kaplıkahve adı devam eder. Bu halin bâzı tuhaflıklara yol açtığı görülmüştür. Vaktile Gaziantep’e ilk gelen taşralı bir dostu önce içkili bir lokantaya sonrada saza götürmek istemiştim. Yanımızda her ikimizinde tanıdığı başka bir arkadaş vardı. Yolda ilkin kaplıkahveye uğrayalım dedik. Birlikte lokantaya girdik. Konuğumuz içeride üzerinde yemek takımları bulunan masaları görünce unuttuk zannı ile “Hani, bir kahveye mi uğrayacaktınız?” dedi. Ona, kendi lokanta fakat adı kaplıkahvedir diye durumu anlatmak gereğini duyduk.

Kaplıkahve adı kadar lokanta ve içgili yer olarakda dikkate değer bir köşeydi. Yemeklerin kalitesinde, servisinde diğerlerinden geri olmadığı halde binanın görünüşü dolayısı ile adamda daha aşağı bir yermiş duygusunu uyandırırdı.

Kaplıkahvenin asıl özelliği bir lokanta olarak orta sınıf bir halk uğrağı oluşudur. Müşterilerin çoğu küçük memurlar, küçük iş sahipleri, mütevazı kimselerdir.

Diğer bir özelliği de sokağa açılan basık ve küçük kemerli bir kapı ve vitrinleri basık tavanı ile insan üzerinde tam bir meyhane etkisi uyandırmasıydı. Bundan ötürü önünden savışırken aklıma meyhane söze ve meyhane şiirleri gelirdi. Çok vakit buradan geçerken şu ünlü beyiti mırıldandığım olmuştur:

Meyhane mukassi görünür gerçi dışardan,

Bir başka hava, başka letafet var içinde.

Bir gece hocam Şakir Sabri Yenerle kapısı önünde durmuş, konuşuyorduk. Bir müşterinin çıkması ile kapı aralandı, içerideki içki masaları, demlenen erenler gözüme çarptı. Hemen şu mısraı okudum: Enisi ehlidildir gamzi dağdı, yarı candır mey,

Hoca, biraz düşündü, sonra “ikinci mısrayı niye okumadın” dedi. Hatırlayamadığımı söyledim. Gülerek “Bu iş Bektaşinin “Vela takrebüss selâte deye” başlayan ve içkili olarak namaza yaklaşmayı yasak eden ayeti yarım okunmasına döndü” dedi. Ve beyti tamamladı. Fakat heyhat ey gefil ki hasmı bi amandır mey,

Maarif Kahvesi, Havuzlu Bahçe, Camlıkahve gibi Kaplıkahve de istimlak edilip ortadan kalkmakla birçok hatıralara sahne olan bir köşe daha geçmişin derinliklerine gömülmektedir.

İnsan ne kadar tuhaf bir mahlûktur. Yukarıda saydığım köhne yerler meydandan kaldırılmakla şehrin en önemli yeri lâyık olduğu imar ortamına girmiş oluyor. Fakat buna rağmen yıkılışlarını görünce sanki kendimizden bir parça kopuyormuş gibi üzüntü duyduk. Şuur altından fırlayarak bize bu üzüntüyü veren yokluğa gömülmüş hatıralarımız olsa gerektir.