Kadri Paşa Nazmül Leal adlı manzum lügatın müellifi Şeyh Ahmet ve şair Osman Husulînin torunlarından, Hersek ve Kıbrıs’ta mutasarrıflık etmiş İshak Paşanın oğlu, Malatya’da mutasarrıflık yapmış. Rasım Paşanın kardeşi, Atatürk devri Ticaret bakanlarından Ali Cenani ve sayın Rıza Cenani’nin amcalarıdır. Bagdat, Sivas, Edirne valiliklerinde, Bahriye müsteşarlığında, İstanbul Belediye Reisliğinde, Devlet şurası başkanlığında; Posta telgraf, ticaret ve dahiliye nazırlıklarında, nihayet Başbakanlıkta bulunan Kadri Paşa hakkında Gaziantep Meşahiri’nde, Türk Meşhurları ansiklopedisinde, Kamusul alâmde, İbnil Emin Mahmut Kemal beyin son Osmanlı Sadrazamları hakkındaki eserlerinde geniş bilgiler vardır.

Posta Telgraf nazırı olarak ilk şehir içi postasını kuran, Sadrazam bulunduğu sırada Hukuk mektebini açan hemşehrimiz Kadri Paşa’nın en bariz vasfı, dürüst, namuslu ve iyi bir devlet adamı oluşudur.

Hikmet Turhan Dağlıoğlu’nun kitabında geçen ve Hasırcıoğlu ağanın da adı karışan ibret verici bir olay var. Kadri Paşa İstanbul’dan Bağdat’a giderken masraf ve yolluk ödeneklerinin bir kısmını Antep maliyesinden almak ister. Bunun için merkezden talimat verilir. Paranın temini maksadı ile tahsildarlar harekete geçer. Vergi borçları için halkı sıkıştırmaya hatta hırpalamaya kalkarlar. Hasırcıoğlu Ağa aracılığı ile olay kendine duyurulur. Paşa derhal müdahale ederek işi önler. Toplanan paraları bir kat fazlasıyle ve hediye olarak alınanlara geri verir.

Gelelim yeni elde ettiğimiz bilgilere:

Babası Reşit Mümtaz, amcası Rıza Mümtaz Paşaların Abdülaziz ve Abdülhamit saraylarında çeşitli görevler yapan Ahmet Semih Mümtazın bu devirlere ait hatıralarını kapsayan (Evvel Zaman İçinde-Tarihe mal olmuş Hakikatler) adlı kitabında o devrin birçok adamları arasında Kadri Paşa, Münif Paşa ve Hasırcı oğlu ağadan da bahsedilmektedir. Bu kitapta iki alim, şair ve idareci paşamız yüzümüzü güldüren sağlam karekterli birer insan olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Kadri Paşa devlet idaresinin padişahın şahsi idaresinden değil, millî menfaatlerden yön aldığını icraatı ile belirtmiş, değerli kişilerden birisidir. Ölümünden 65 sene sonra yayınlanan tarihe mal olmuş hakikatler kitabının 54’ncü sahifesinde (İkinci Sultan Hamidin bazı hususiyetleri) başlıklı kısmında şu satırları okumaktayız:

“Kadri ve Tunuslu Hayrettin Paşalar başta oldukları halde Kâmil Paşa gibi sadrazamlar müstesna diğerleri padişahı teferruatı umura olsun karıştırmamak için dikkatli ve kiyasetli hareket ederek mümaşat göstermeselerdi, bunu yakından bilenler söylüyorlar. Belki muvaffak olurlardı...”

Kadri Paşa bu kadar vezir ve devlet adamı içinde başında bulunduğu devlet işine padişahı bile karıştırmayan müstesnalardandı. Hatta ünlü Osmanlı sadrazamlarından biri olan Kâmil Paşa’dan daha üstün olduğu yukarı satırlardan anlaşılıyor. İşte bu sebepledirki, Paşamız memuriyet hayatı boyunca dama taşı gibi oynatılmış, fakat ehliyet dirayet ve doğruluğundan vazgeçilmiyerek en yüksek devlet hizmetlerinde bulundurulmuştu.

Sözü geçen kitabın 86’ncı sayfasında kabinenin istifasına bir patavatsız sebep oldu başlıklı kısımda şunlar anlatılmaktadır:

“Teşrifatçı İsmail ve biraderi Şevket Cenani Beylerin pederleri Kadri Paşa birkaç ay başvekâlette bulundu. İkinci Sultan Hamid Sadrâzamlara bazan Başvekil ünvanını verirdi. Babam; bu zatın da maiyetinde; meclisi vükelâ zabıt kâtibi olması dolayısiyle yakınında bulunduğu için kendisinden bahsederken “çok kıymetli bir zat idi. Eslâfından ve ahlâfından daha ziyade vatanperverdi” derdi.

Kadri Paşa’nın sadarette bulunduğu tarihi şimdi hatırlayamadım: Fakat o zamanda da bu zaman gibi iyi ve memlekete faydalı adamların ayaklarına karpuz kabuğu atıvermek âdeti cereyanda olduğu için padişahla sadrâzamın arasını bozmak istiyenler münasip bir fırsat gözetirlerdi. Zira namuslu ve doğru adamların hele Kadri Paşa gibi sadrâzamların hünkârın emniyetine mazhar olmasından korkarlardı. Sultan Abdülhamit namuslu, doğru ve dirayetli zatlara hürmet ederdi. Fakat; bir taraftan da aklının eremediği meseleler üzerinde tereddüde düştüğü vakitler jurnallara ehemmiyet vererek kuşkulanır, rahatsız olurdu.

Hafiyeler onun tevehhüm ve tereddüt ânından istifade etmek için tetkikte durarak el altından tezvirata kuvvet verirlerdi. Kadri Paşa gerçi uyanık bir zat idi. Mührünü koynunda sakladığı ve vekâleti mutlakasını haiz olduğu padişahın vehimli olduğundan haberdar idi. Ancak vehmin hududunu tabiatiyle tahmin edemezdi. Deli Nusret ismiyle meşhur ve müşîr bir Nusret Paşa vardı. Hünkâr; ayni zamanda yâveri olan bu zata çok yüz verir ve sık sık huzuruna celbederek iş buyururdu. Bu paşa haddi zatında iyi bir adamdı. Fakat delişmendi. Patavatsız konuşur; lâkırdıyı ölçmezdi. Bir kabahati de hünkâr ne söylerse zapteder ve naklederdi. Padişahın (söylediğim gibi söyle) demesini beklemeden potlar kırardı. Binenaleyh padişahı bazı defalar müşkül bir mevkie sokardı.

Bir gün; sarayda vükelâdan bazılarının toplanmasını padişah başkâtibi (amcam) Ali Riza Mümtaz Paşaya emir eder. Babıâliye (sadrazama demektir) bir tezkere yazılır. Ve bu tezkereye Hariciye ve Dahiliye Nazırlarından başka Şeyhüllislâmında davet edilmesi ilâve edilir. Bu baptaki iradei seniye Babıâliye tebliğ olunduktan sonra hünkâr (vükelânın hepsi gelsin) der. Bittabi bir ikinci tezkere ile bu emir de sadrâzama bildirilir. Gelirler. Padişah yemekte sarayda kalmalarını ve yemekten sonra konuşulacağını Kadri Paşa’ya söylettirir. Sofralar kurulmağa başlar. Bu sırada müezzinler Yıldız Sarayı’nın orta sofasında ezan okumağa başlarlar. Namaz kılınır; yemekler yenir. Ne için davet edildiklerini henüz bilmiyen paşalar iradei saniyeye intizar ederler.

Nihayet iş anlaşılır: Başkâtip Paşa, vükelânın nezdinde gelir ve Kadri Paşa’ya şu iradei seniyeyi tebliğe başlar: (...Bugünlerde aldığım meclisi vükelâ mazbatalarının bazılarında (şu elçi geldi, bunu söyledi; haklıdır... Hariciye Nezaretine bu elçi geldi, bir nota verdi; pek haksız değildir...) gibi işaretler görüyorum. Çok tesadüf ederim. Babıâli sefirlerin haklı olarak taleplerde bulunabilecekleri işler üzerinde müteyakkız bulunmalı değil midir? Ben vükelâdan ecnebi süferadan evvel memleketi sevmelerini isterim. Bu ne demek? Ecnebi sefirlere hak vermek, müdahaleleri kapılarını genişletmek! inanmak istemiyorum. Vükelâ paşaların nazarı dikkatini celbederim...)

Bu sırada Deli Nusret Paşa, amcamın sözünü keserek: (A. Rıza Paşa. Neden lâkırdıyı ıvırıp kıvırıyorsun? Efendimiz böyle mi dedi? (Ben gâvur vükelâ istemem) buyurmadılar mı.! (kitapsız demektir.) deyince sadrâzam Kadri Paşa hemen cebindeki mührü hümayunu çıkarıp başkâtip Paşaya uzatmış istifa etmiştir. Bu sırada hünkârın iliştiği mazbatalarda imzası bulunan Şeyhülislâm Uryani Esad efendi derhal kelâma ağaz ederek (...Ev... et Elmülûk-Mûlhemun; şevketmeab efendimiz haklıdırlar...) gibi beyanatta bulunması üzerine Kadri Paşa (Başınızdaki sarıktan utanınız. Âdî softalar gibi hareket makamınıza yakışmaz. Padişaha sadakat, memlekete hüsnü hizmetle ve ciddiyetle ve cesaretle arzolunmak gerektir...) cümleleriyle kendisini susturur. Ve; istifade israr eder. Amcam Riza Paşa (başkâtip) (Efendimiz bana sizden mührü tesellüm etmemi ferman buyurmadılar, der, vakıayı arzetmek üzere huzuru şahaneye gider.

Hünkâr çok müteessir ve mahcup olur. Kadri Paşa’yı taltif eder; ve bir nevi tarziye vermek isterse de sadrâzam teessürünü ve heyecanını izale edemez. (Kadri Paşa bir müddet sonra tayin olunduğu Edirne Valiliğinde iken vefat eder) Bu hadiseye bizzat şahid olan rahmetli babam (Reşid Mümtaz Paşa) şeyhülislâm efendinin şaklabanlığını bir türlü affedemezdi.

İkinci Sultan Abdülhamid vükelâdan bazılarına kızdığı zaman (Nerede Kadri Paşa! Bunlar onun pabucuna erişemediler...) der imiş...”

Şu satırlarda Kadri Paşa’nın ne Kadar haysiyetli ve batı kafalı bir devlet adamı olduğunu anlatmak için başka bir belgeye intiyaç göstermez. Fakat ne yazıkki bu kadar değerli bir adam bugün unutulmuş gibidir. Belediyemiz her gün harıl harıl yeni sokak ve caddelere gelişi güzel adlar verir de Kadri Paşa ve buna benzer büyük çaptaki adamlarımız nisyan perdesinin arkasında dururda durur.