Sayın okurlarım,

Rahmetli edip, İsmail Habip Sevük bundan otuz yıl önce Cumhuriyet Gazetesinde çıkan bir yazısında Gaziantebi şöyle anlatır:

“Şehrin etrafını çerçeveleyen dağlar ne şehri kapayacak kadar yakın ne de bodurlaştıracak kadar yüksek. Hepisi saygı göstererek açıkta, hepisi şehirden ayrılmıyacaklarmış gibi uzakta değil. Şehrin üzerinde kurulduğu üç tepeden batıdaki Tepebaşı, iri iri Amerikan binalarıyle dolu. Ortadaki Kayacık Tepe asıl yapıları ve kalabalığı yüklenmiş. Türk tepe şehrin fakirce tarafıdır. Böyründe Antep Kalesi yükseliyor. Üç tepeden baştaki şehrin yenisi, ortadaki kendisi, doğudaki eskisi.”

Rahmetli üstad Gaziantep’i bir de şimdi görmeliydi. Ne şehri kapama endişesi, nede saygı duruşu kaldı. Çevre deki vadiler, düzlükler ve tepelerle şehir birbirine karıştı. Tepe sayısı üçten on üçe yükseldi. Yarı yarıya mezarlar, ondan sonra bağlarla kaplı tepelerden mamureler, gece kondular fışkırdı. Güzel bir yüzdeki yamıklar gibi sıralanan mettalar da böyle.

Yalnız, vadiler, yamaçlar ve tepelermi? Ne Haphaplı Suyunun gürlediği arık ne içinden geçen tarlalar bostanlar ne Kolej Tepenin uzun duvarı ile düşman karargâhı olan binaları kaldı. Yerlerini çiçek bahçeleri ve zarif köşkler süslüyor. Artık Kargasekmezde yanı başında evleri bulunan çocuklar oynaşıyor. Tepedeki yapıt eskiden olduğu gibi yapa yalnız değil, Bir zamanlar koşu meydanı olan Düztepede şimdi çamlar dalgalanıyor. Aydın Babada, Saçaklıda, Sarımsak Tepede boş yer kalmadı. Hacibaba ve Çıksorut yine böyle. O zaman Atatürk Bulvarını tektük geçen evler, şimdi Alleben Deresini adağa başladı. Hacibabanın batısında Karşıyaka adiyle yeni bir şehir doğdu. Bir taraftan Allebeni atlayan, bir yandan Hacibabaya yaslanan evler biri güneyden, biri kuzeyden Değermiçeme doğru ilerliyorlar. Doğuda ise istikamet Cünüt Dağıdır.

Rahmetli edip’in şehrin kendisi diye nitelediği Kayacık Tepedeki evlerden birinin penceresinden kuzeye doğru bakarken, Alleben Deresinden ve suyu kuruyan bostanlardan sonra, gözlerimizi Değirmiçemin yeşillikleri okşar. Görünüşü gibi adı da hoş gelen bu yer uzun süre şehrin ünlü bir otlağı imiş. Şimdi özel binek otomobilleri, pikaplar, jepler gibi o zamanlarda halli vakitli kişilerin atları, esterleri, beyaz eşekleri olurmuş. Seyisleri, azapları tarafından burada otlatılırmış. Yani Değirmiçem şehrin orta malı imiş. Bir gün büyük bir katırcı kervanı gelerek buraya konmuş. Yüzlerce katır ve beygirlerini otlatmak üzere çayırlara bırakmışlar. Kervanın biraz eyleşmesi üzerine yüzlerce hayvanın değirmiçemi kemirmeleri şehirde can sıkıntısı doğurmuş, Kaflabaşına haber gönderilmişse de aldırış etmemiş. Nerdeyse katırcılarla şehir halkı arasında bir çatışma baş gösterecekmiş. Hele ki, akıllı kişiler ortaya çıkarak işi tatlıya bağlamışlar.

Ayrıca Gaziantep’ten gelip geçen vali ve kumandanların ağırlıklarının da burada konakladıkları anlaşılmaktadır.

Değirmiçem daha yüz sene öncesine kadar, orta malı otlak olma durumunu muhafaza ederken; yavaş yavaş bazı açıkgöklerin ve nüfuzluların istilalarına uğramakla, yüz yılların çemleri sökülerek, bağ dikilmeye başlanmış, halktan bu hale üzülen bazı kişiler durumu İstanbul’a bildirerek şikâyet etmişler. Bunun üzerine zamanın nükteci Başvekili olarak tanınan Keçeci Zade Paşa bir buyrultu ile Değirmiçeme yapılan saldırıların önlenmesini emretmiştir. Amma, anlaşılan bu emre kulak asan olmamış ve Değermiçem yavaş yavaş özel mülkiyet sınırlarına girmiştir. Bugün hatıra olarak yalnız adı yaşamaktadır.

Kayacıktaki evin kuzeyine bakan pencerden başımızı biraz batıya çevirdiğimiz zaman, bu defa da gözlerimizi Kavaklığın ve Çatalkozun yeşillikleri okşar. Baharda Değirmiçemin ortasında uzayıp gelen Sarıgül şeridi, Çatalkozu da ayni suretle ikiye bölerek ilerler.

Çatalkoz, Gaziantebin Erenköyü, Suadiyesi, Göztepesi ve Çifte Havuzlarıdır. Sarıgüllük’ün fakir asfaltının üzerinde ilerlerken, rüzgârın yapraklardan sekerek çıkardığı hışırtı bana, küçük dalgaların kumlara çarparak çıkardığı fısıltılar gibi gelir. Serap hadisesi sanki eşitme yoluyle kendini gösterir. Biraz ötemde deniz varmış gibi bir duyguya kapılırım. Az sonra gerçeğin kendini göstereceği sırada gözlerimin önüne serilen bir havuz beni başka düşüncelere sürükler.

Çatalkoz, harpden önce şimdi olduğu gibi revaçta bir sayfiye yeri idi. Yüzlerce köşk, beygirlerin, katırların döndürdüğü dolaplar, haraflar, çeşitli meyve bahçeleri vardı. Baharları bütün havayı kaplayan kırmızı güllerin kokuları, geceleri bülbüllerin korosu Evliya Çelebiyi Antep hakkındaki satırları yazarken etkisi altında bıraktığını sanıyoruz.

Çatalkozun batısındaki Beylik Yazısı bir zamanlar baştan başa cevizle dolu imiş. Çapanoğlu valiliği sırasında Antebe gelişlerinde buraya çadır kurarak ceviz ağaçlarına çok hasar verdiği söylenir. Bugün ise cevizlik olmaktan çoktan çıkmıştır.

Kayacıktaki evin doğu penceresi, hayalin de yardımiyle bizi Cünüt Dağına kondurur. Adını, on asır önce Gündel Avasımdan aldığına şüphe olmayan dağda, sanki kollarını açmış, şehirden gelecek konukları bekliyor. Şarap Fabrikası, Mezbahadan sonra soğuk hava ve tabaklık tesisleri kurulduğu sanayi sitesi projesi gerçekleştiği gün, Gaziantep Şehrinin üzerine oturduğu tepe sayısı da artacaktır.