Bugün sizlerle Gaziantep’in meşhur simalarından biri, Hasırcıoğlu Ağadan söz açacağım.

Bazı ilim ve edebiyat adamları var ki, sağlığında asıl değeri anlaşılmamış, gerçek kıymeti, ölümünden sonra keşfederek ünlenmiştir. Kimileri ise, daha yaşarken etrafını çeviren sevgi, saygı ve takdir duygularıyla şöhretin son basamağına çıkmıştır. Bunun örnekleri çoktur. Örneğin, Divan Edebiyatının ölmez şairlerinden Nedim, yaşadığı çağda şimdiki ününe kavuşmamıştır. Nabi ise, bugünkü şiir anlamı ve sanat görüşü bakımından aynı edebiyatın ikinci grup şairleri arasında yer aldığı halde, hayatta iken, talihi yıldızlar gibi parlaktı.

İşte, Hasırcıoğlu, Hafız Mehmet Ağa da ikinci gruptaki, talihliler arasındadır. Yaşadığı devirde Gaziantep’in en büyük şöhreti idi. Bu ün, o kadar genişti ki, şehirlisi, köylüsü, aydını, cahili, bütün çevrede onu bilmeyen tanımayan sevip saymayan yoktu. Büyük sorunların çözümü için ona koşulur, memleketi ilgilendiren olaylarda, toplu sıkıntılarda, ona başvurular, ondan medet umulurdu. Ağadan iltifat görmek bir mutluluktu. Sebze ve meyvelerin piyasaya ilk çıkışlarında yani en pahalı olduğu zamanlarda, Ağa çarşıdan geçerken bakkallar bu pahalı turfandayı onun eşeğine ikram etmek suretiyle, sevgi ve saygı gösterirlerdi. Keskin zekâsı, geniş bilgisiyle her müşkülün altından kalkar her kötü işi iyiye çevirmeye çalışırdı. Görüşlerindeki incelik ve derinliği yansıtan fıkraları çoğunu irticalen söylendiği san’atlı tarihleri ile ünsalmıştır.

Ağanın ailesi en az 250 yıldır Hasırcıoğlu soyadını taşır. Babası Hasırcıoğullarından Mehmet Ağa oğlu Abdullah ağadır. Antep Sancak Beylerinden Handan Bey’in yaptırdığı ve zamanın, tabi atın yıktığı camii yeni baştan ve daha büyük olmak üzere yaptıran kimsedir.

Ağanın kızı Fatma Hanım, torunu Sami Efendi, kardeşi oğlu Ahmet Muhlis Efendi, bilgili şair ve kalem sahibi kimselerdi.

Ağa, 1803’de doğmuş, 1886 Mart’ında ölmüştür. Babasnı henüz doğmadan annesini 4 yaşında iken kaybetmiş. Ağabeyisi Mustafa Ağanın yanında büyümüştür. 8 yaşında Kur’anı ezberliyecek kadar korkunç bir hafızası vardı. Onun bu insan üstü hafızası, sonradan irticalen tarih düşürmesinde en büyük yardımcısı olmuştur.

Ağa, Gaziantep’ten sonra 4 yıl kadar Halep ve Şam’da kalarak, o devre göre yüksek öğrenimini yapmış, aynı maksatla Mısıra da gitmiştir. Öğrenci ve turist olarak sık sık yaptığı geziler 1826 yılında Gaziantep’te çıkan vebanın akrabalarından birçoklarının ölümüne sebep olması ve bazı ailevi görevler yüklenmesi üzerine, duraklamış, tasarladığı öğretim mesleğinden vazgeçmiştir. Ömrünü babadan kalma emlak ve topraklarının geliriyle mutevazı, fakat şenşatır ve zevk içinde geçirmiştir.

Onun dilinden dile anlatılan fıkraları eskimiyecek hikmetli ve nükteli birer parıltı halinde gelecek yüzyıllara intikal eyleyecektir.

İşte onların bir ikisi:

Bir Hiristiyan Müslüman olduğu için şehrin ileri gelenleri toplanarak aralarına yeni katılan bu din kardeşi için biraz dünyalık sağlamak isterler. Hazır bulunanların her biri haline göre bir şeyler verir. Sıra Ağaya gelir Şair cebinden iki gazi altınını çıkarır ve şu beyti söyler.

Müslüman oldu bir kâfir, şehit oldu iki gâzî!..

Ağa İstanbul’a gider. Bir ara zamanın Başbakanı olan Keçeci Zade Fuat Paşayı ziyaret etmek ister. Yerli kıyafetlerle giden Ağayı içeri almazlar. Ağa hemen bir kağıda şu beyiti yazıp kapıcıya verir; Paşaya götürmesini söyler:

Hâk’i pâye ferşi rû etmek için âmâdeyim.

Muktezâyı tiynetimdir, ben Hasırcı Zadeyim.

Kağıdı okuyan Başbakan makamından çıkar, Ağayı merdiven başında karşılar. Devrin iki nüktedanı arasında şu konuşma geçer:

—Eşittiğime göre İstanbul’a geleli kırk gün olmuş. Sizinle gıyabî murâdiye muâferemiz bir yana, keçe hasır münasebetiyle bir de akrabalığımız var. Görüşmemizin bu kadar geç kalması câizmi? Ağa hemen yapıştırır:

—Allah ömürler versin. Efendimiz keçeyi sudan çıkardılar. Kulları ise halla hasır gibi ayaklar altında sürünmekten kurtulamadım.

Bir tarihte, Gaziantep’e Arap bir kadı tayin edilir. Kadı, halka zulmettiği gibi üstelikte Türkçe bilmez. Bir süre sonra ahali yakınmaya başlar. Her dertlerinde olduğu gibi Ağaya koşarlar Ağa, Halebe gider, kadının azline buyrultu alır. Birlikte getirir Mahkemeye gider, Kâdıya yaklaşarak (aşağı buyurun) der ve çıkarılma yazısını önüne sürer. Ağanın, kadının değiştirilmesi isteğinde ileri sürdüğü gerekçe şöyledir:

«Allah bile her millete kendi diliyle kitap gönderdi. Bir Türk memleketinde Arap Kadının işi ne?»

Hoşça kalın sayın okurlarım.