Hayatı (1804-1887)

Hasırcıoğlunun hayatı hakkında derlitoplu malûmatı, Süleymaniye kütüphanesindeki nüshanın başında buluyoruz. Bunu oğlunun oğlu Sami tesbit etmiştir.

Şakir Sabri Yener tarafından ‘’Gaziantep Büyükleri,, ne de aynen alınmış olan bu malûmatı — birçok kısımlarım hulâsa ve bazı yerlerini izah ederek — biz de tekrarlayalım.

Hasırcı zadeler, Antebin eski bir ailesidir. „Ağa’’ da Antepte doğmuş, Mehmet tesmiye olunmuştur. Doğmadan evvel babasını, dört yaşında da anasını kaybettiğinden büyük kardeşi Haci Mustafa ağanın yanında büyümüştür.

Sekiz yaşında Kuranı ezberleyerek “Hâfız,, lâkabını almıştır. Bu lâkabı sonraları manzumelerinde mahlas olarak kullanmıştır.

Hafız Mehmet Ağa, yirmi yaşına kadar Antepte tahsil ettikten sonra dört sene kadar da Halepte, Şamda, Mısırda okumuş ve tekrar Antebe dönmüştür. Bir müddet tedris ile meşgul olmuş, fakat felç illeti kendisini yedi sene yatağa mahkûm etmiştir. Eyi olduktan sonra yine tedrisatla meşgul olmuş, fakat serâzad, kalender meşrep bir meslek takip etmiştir.

Halep valisi ismet paşa ile; onun himaye ettiği ve mezalimine âlet olarak kullandığı Antep kaymakamı Topal Rüştüyü— o zaman Antep bîr kaza olarak Halep vilâyetine bağlı idi— şikâyet etmek için Ağa, elli dokuz yaşında iken İstanbula gitmiş, orada Sadrâzam. Fuad paşa ile ve sair rical İle tanışmış, vali ve kaymakamın mezalimini anlatarak onları attırmıştır.

Bir sene süren bu seyahatında kendi kisesînden bir hayli masraf yapmıştır. İstanbuldan hemşiresine yazdığı bir mektuptan aldığım şu satırlar bu hususların şâyanı dikkat vesikasıdır:

“Zati seniyelerini Cenabi hayrülhafiziyne emanet ederek vedaî‘’ suriye rağbet etmediğimin sebep “ve hikmeti budur ki beldemizce vuku bulup ve ileride de daha “ziyade vukuu mutasavver olan zulüm ve mefsedet ve fukaranın bu ”bapta duçar olacakları kemali mağduriyetin def’ine mübaderetle bu dahi fakirin Dersaadete azimetini iktiza etmekle bu emri “hayre hasbîce niyyet olunduğu “halde size haber vermiş olsam fakire olan muhabbeti mufrıtai ‘’uhuvvetleri icabınca dayanamayup “Pek çok ağlar ve benim de ciğerimi dağlar ve bu cihetle belki "yolumu bağlarsın, tasavvuratından “ibaret olup seni ve saireyni Hudaye emanetle azîmet olunmuş ve duanız berekâtile bahrü- berrin pek te şiddetini - görmiyerek “İstanbula muvasalet kılınmış ve lehülhamdü- velminneh mehalli âliyeye ifadei sadıkalerle fukara ve ağniyanın duçar olacakları mezalim ve teaddiyatın ref’ine sebep "olduğum pek aşurı mucibi şükraniye bilinmiştir...................”

İstanbul seyahatından Antebe dönen Ağa, bundan sonra bazan kaymakamlardan şikâyet için, bazan gezmek için birçok defalar Halebe, vilâyetin diğer mülhakatına ve bir defa da Birecik kaymakamlığında bulunan Antap Eşrafından Battal beyin davetlisi olarak Bireciğe gitmiştir.

1887 de seksen üç yaşında olduğu halde Antepte ölmüştür. Uzun boylu, uzunca sakallı, geniş alınlı sık kaşlı, büyükçe burunlu idi. iki karısı vardı. İkisi oğlan yedisi kız olarak dokuz çocuğu dünyaya gelmiştir. Entari ve cübbe giyer; başına o vakit esnafın sardığı Hint kuşağı sarardı. TemizliğI çok sever ve gayet temiz giyinirdi. Ayağındaki kırmızı yemenide ufak bir leke bulunmazdı. Mütevazı,

hoş sohbetli, konuşurken nükteler ve lâtifeler yapar bir zattı. Babasından kalan emlâk ile geçinirdi.

Dünyanın hüznüne de, süruruna da kendini kaptırmazdı. Yaşayışında hiç bir kaydı ile mukayyed bulunmak istememiştir.

Arabî ve Farisî dillerini çok eyi bilirdi. Hele Farisideki behresi fevkalâde idi. Her iki dil ile yazılmış manzumeleri vardır.

Bu âlim ve fazıl zata neden "Ağa,, denilmiş olduğu, herkesin fikrinden geçen bir sualdir. Torunu Sami, Ağanın esnaf gibi giyindiğini düşünerek sebebi burada buluyor.

Bence bundan daha mühim iki sebep vardır: Birincisi, şecerelerini gözden geçirirsek görürüz ki Ağanın babası, dedesi, dedesinin babası ve dedesinin dedesi— daha yukarısını zaten bilmeyoruz. — Hep (Ağa) dır. Binaenaleyh kendisine de bu unvan, atalarından kalmıştır.

İkincisi, Antep muhitinde (Ağa) tabiri, ‘’hatırı sayılır, herkese sözü geçer adam,, manasına halâ kullanılır. Atalarına da, kendisine de bu yüzden Ağa denilmiş olduğunu, kabul etmek, Ağalığı kıyafetile ilgili bulmaktan daha makuldur.

Kendisi de (Ağa) unvanını (Efendi) ye tercih edermiş: dermiş ki ‘’Efendi unvanile maruf olup ta kendinden intizar edilen mesailde izharı aciz ile mahcup olmaktansa Ağalıkla iştihar ederek gayri memul fazilet ibraz etmek insan için büyük “şereftir.

Yazan: Ömer Asım AKSOY

Eserleri

Hasırcıoğlunun, bundan evvel bahsi geçen kaynaklardan topladığımız eserlerini bir araya getirerek ve tasnif ederek meydana getirdiğimiz en mufassal nüshayı “Gaziantep Halkevi nüshası,, olarak Halk evi kütüphanesinde saklamayı düşündüm. Bu iş yapılmış ve şimdi Halkevi kütüphanesi, bir hayli emek mahsulü olan bu biricik nüshayı kazanmıştır. Halkevi bu nüshayı tabettirerek, çoğaltmak niyetindedir.

Bu nüsha bir divan değildir. Çünkü Ağanın mürettep bir divan vücuda getirmek üzere yazı yazmadığı anlaşılmaktadır. O, lüzum hasıl oldukça veya gönlü istedikçe yazmıştır. Bunların tasnifi neticesinde mürettep bir divan meydana gelmedi. Bu sebeple nesir, nazım, bütün eserlerini ihtiva eden bu nüshaya (Hasırcıoğlu küllüyatı) demek daha münasip olacaktır:

Bu küllüyatın tasnifi, eserleri şu guruplarda toplamak suretile husule geldi:

Fikre ve nükteler

Mensur kısım

Nât, medhiye, mersiyeler

Kasideler

Gazeller

Tahmis ve taştirler

Tarihler

Manzum mektuplar

Müşaareler

Hicviyeler

Müteferrik nazımlar

En çok yer işgal eden kısım, evvelâ kasideler, sonra tarihlerdir. Bunlardan sonra mensur parçalar gelir. Nesirleri, birkaç İstisna ile hemen kâmilen muhtelif kimselere yazdığı mektuplardan ibarettir.

Ömer Asım Aksoy

—devam edecek—