Ağanın nesirleri münşiyanedir. Tekellüflüdür; secilerle doludur. Tabiî ve sade nesirleri azdır.
Kasidelerinde de bir hususiyet görülmez. Ekserisi yüksek mevki sahibi kimselere sunulmuş medhiyelerdir, ve hemen hepsi eski divan şairleri tarafından yüzlerce defa tekrar edilmiş kelimelerin ve mazmunların meşheridir.
Gazelleri, tahmisleri de yeni his, yeni fikir ve hayal mahsulü değildir. Şâir Dürrîye ithaf ettiği anlaşılan bir gazelini örnek olarak buraya alıyorum:
Bir âşıkın hevası ki kurbü visaledir
Aşk ile pek uzak arası iki sâledir
Leyl-ü nehar yar ile leb berleb olarak
Meşrepçe suhbet eyleyen ancak piyaledir
Zihri itabı hak buna Helvacı zadenin
Ehli mezaka bal gibi tatlı nevaledir.
Baran eşke delil istemez bu şep
Gördüm o mah ruyi ki destari hâledir
Bu nevperendi nazmı arif olan bilir
Bazari marifette bu bir özge kâledir
Bahri dili temevvüc eder badireşk ile
Dürrî efendiye bu güher çün havaledir.
Manzum mektuplarında samimiyet daha çoktur. Üslûp ve ifade daha külfetsiz ve sadedir. Antep eşrafından Battal bey, Birecikte kaymakam bulunduğu sırada Ağayı davetlisi olarak Birecikte bir müddet alıkoymuş. Ağa Antepte Küllüzade Hacı Mustafa efendiye yazdığı mektupta bu Birecik misafirliğinden bazı intibalar yazmaktadır. Mektubun bir parçasını alıyorum:
Halimizden de sual eyler isen
Ne yaparsın oracıkta der isen
Bu imiş lâyıkı bahti menhûs
Şimdi olduk buracıkta mahbus
Nideyim böyle imiş hükmü kader:
Rûfeka: Kör Hacı Ömer, kara cevher
Kel Ömer başıma bir özge belâ
Gerçi anı kazımaz paşa baba
Kahveci Sarı sakallı bir can
Hem Tütüncü Karayüzlü oğlan
Her biri bir söze başlar her bar
Beni canımdan ederler bîzar
Daima böyle konakta halim
Taşra çıksam nice olur ahvalım
İskele ağası bir şahsı garip
Rüesaler dahi gayette acip
Meyledü ziynete geymiş ol can
Telli entari ile mavi tuman
Görmedim böyle acayip eşhas
Umarım Rabbım ede tezce halâs
Kanadım yok ki havadan uçayım
Yüzme bilmem ki Fıratı geçeyim.
Gerçi etmez beyefendi taksir
Günbegün etmede hürmet, tevkir
Ah amma bu güruhu âmı
Canıma telh eden ol ikramı.
Hicviyelerine gelince: Bunların bir kısmı çok müstehcen kelimeleri ve küfürleri ihtiva eder. Bazılarında ise ince buluşlarla keskin hücumlara rast gelinir.
Halep vücuhundan bazıları hakkında:
Hele Arif beyi tarife ne hacet, malûm.
Nef’i yok, leyki mazarrat dahi etmez asla
Miyri Esad dahi zalimcedir amma hasta
Zaafından kudreti yok etmeğe zulmun içra
Deyni çok canibi miriye Behaeddinin
Dini az olduğu çün ana denir sade: Beha
Hasırcıoğlunun latifeci, hoş sohbetli bir adam olduğunu evvelce söylemiştik. Meclis ve müsahabesinde olduğu gibib, yazılarında da sırası düştükçe latifeler yapmıştır.
Dostlukları: Hasırcıoğlunun münzevilikten hoşlanmayan bir tabiatı vardı… Pek çok kimselerle münasebet tesis etmiştir: Zamanın Sadrâzamından tutunuz da Antepte çıkrık çeviren kocakarılara kadar herkesle konuşurdu.
İstanbulda vükelâ meclislerinde çok izzet ve ikram gören Ağa, Antepte beyaz merkebine biner; her gün çarşıda dolaşarak esnaf dükkânlarında oturur; her rast geldiği ile sohbet ederdi. Antepte ve civardaki diğer şehirlerde muasırı olan şair, âlim, idareci hemşerilerinin hemen hepsi de ona hürmet ederlerdi. Her biriyle münasebetine dair elimizde vesikalar vardır. Burada o hemşerilerinin yalnız adlarını saymakla iktifa edeceğiz:
Ali Raşid, Halil Rifat, Münif paşa ve babası Abdünnafi hoca, Hasip Dürrî, Hacetçi zade, Abdullah Necip, Kadri paşa, Mazhar, Battal Bey, Haci Tahâ efendi, Mevlevi şeyhi İsmail, Ulemadan Kâtip Hoca, Küçük Hafız, Müftü Haci Osman, Müftü Behaeddin, Kaymakam Mustafa Şevki paşa, Kaymakam Rüstem bey, Kilisli Haki, Recaî, Fazıl, Urfalı Admî, Antakyalı Yahya, Adanalı Nafi, Halepli Takıyyüddin paşa, Cemil paşa, Hüseyin Rüşdü paşa, Ataullah, Sadrâzam Fuad paşa ile dostluğu bilhassa kayde şâyandır.
Malûm olduğu üzere Fuad paşa da hazır cevap, nükte şinas, şiir âşinâ bir zattı.
Ağanın kasidelerinde ve diğer eserlerinde daha otuz, kadar paşanın adı görülmektedir.
Netice:
Hasırcıoğlunu bir sanat bakımından, bir de İçtimaî rolü bakımından mütaala etmek lâzımdır.
(a) Sanat bakımından en muvaffak parçaları tarihleri ile nükteleridir. Ağada zekâ ve zarafet vardır. Fakat hayal ve hissi fakirdir. Tarih ve nükteleri (hicviye ve latifelerinin bir kısmını da nükteleri arasında sayabiliriz) istisna edilecek olursa diğer eserlerinde yani kasidelerinde, gazellerinde ve emsalinde —ki eserlerinin üçte ikisinden fazlasını da bunlar teşkil ediyor— bir kıymet yoktur. Hemen hepsi soğuk ve müptezel şeylerdir. Bu mahdud ve muayyen mevzular üzerinde yazı yazarken çok müstesna kalemler bile aynı hissi, aynı hayali bir çok defa tekrar etmekten kendilerini güç korurlar.
Binaenaleyh eserleri arasında en çok sahife işgal eden — hemen yarısına yakın— kasidelerindeki medihleri yaparken Ağanın ne vaziyete düşmüş olacağını izâha hacet yoktur. Medhedilenlerin daima kıymetli şahsiyetler olmadığını ve Ağanın da heyecandan azca nasibedar olduğunu düşünmek, neticenin tahminine kifayet eder.
Bu sebepledir ki onun beğenmediğimiz ve beğendiğimiz parçaları arasındaki nisbete bakılırsa terazinin menfi kefesi ağır basar.
(b) İçtimaî rolüne gelince: Hasırcıoğlu zeki ve malûmatlı idi. Hoş sohbetti. Mevki ve derece farkı gözetmiyerek herkesle görüşürdü. Memleket işlerine çok yakından alâka gösterir; halkın huzuru için bir çok fedakârlıklarda bulunurdu. İstanbul seyahatiyle halkı nasıl mezalimden kurtardığını yukarıda anlatmıştık. Bir hayli de talebesi vardı.
Bütün bunlar, şöhretinin büyümesine ve geniş halk kütlesi tarafından çok sevilmesine sebep olmuştu. İstanbulda yüksek rütbeli zevat ile tanışması ve riayete mazhar olması da şöretini bir kat daha artırmıştır.
Bu izah gösteriyor ki Ağanın Gaziantepteki büyük şöhreti haklıdır. Fakat bu şöhretin yalnız şairliğinden ileri geldiği kabul edilemez. Bilakis o, şairliğinden ziyade İçtimaî rolünden dolayı kıymet sahibidir. Şairliği, şöhreti nisbetinde büyük değildir.
Bu hüküm, Ağanın zamanındaki hükme ve o zamandan beri devam eden kanaata aykırıdır. Fakat şimdiye kadar herkesin Ağa hakkındaki intibaı, onun yukarıda teşrih ettiğimiz bir çok meziyetlerinin heyeti mecmuası üzerine müsteniddi: Yani bu şöhretin neden ileri geldiği tahlil edilmiyerek Ağanın yalnız şairliği mevzuu bahis oluyordu. Bundan başka onun eserlerine toplanıp neşredilmiş, ne de sanat bakımından tetkik olunmuştu. Mevcud kanaat “dilden âşık olmak’’ kabilindendi. Bu noktalara bir de şunu ilâve etmeliyiz ki Antep muhitinin o zamanki zevki ve sanat telakkisi vücuda getirdiği eserlere göre Ağanın büyük bir şair sayılmasına tamamiyle müsaiddi.
Bugün mühim miktarda elde edilmiş olan o eserler üzerinde tedkikler yaparak daha doğru bir hüküm verecek mevkide bulunuyoruz. Bahusus zamanın süzgecinden geçtikten sonra bu eserlerin yaşama kabiliyeti bulunup bulunmadığı daha vazih şekilde görülüyor.
Hasırcıoğlundan istikbale intikal edecek parçalar vardır. Fakat azdır. Bu muvaffak yazılarının müşterek vasfı nükte ve zarafettir.
Yazıları arasında en muvaffakiyetlisi olarak bulduğumuz tarihlere gelince: Bunun en mükemmel numunelerini ibda etmiş olan Sûrurînin bile edebiyat tarihimizdeki yeri nihayet nedir? mesele şudur ki esasen bu nevin sanat bakımından bir kıymeti yoktur.
İskambil veya tavla oyunların da şampiyon olmak yahut güç riyazi meseleler halletmek herkesin kârı değildir. Ve hiç şüphesiz bunlar hususî kabiliyetlere nasip olan hünerlerdir.
Amma ne yapalım ki şiir sahasının dışında kalan marifetlerdir.
Ömer Asım AKSOY