Firuz Beyden Muslu Beye bir selaö:

TÜRKMEN OZANI

Elbeyliden ayrılmasın yolunuz

ELBEYLİ OZAN

Bu yazı serisini arkadaşım ve meslektaşım Mustafa GÜNEŞ'e adıyorum.

Oğuzeli ilçesinin güneyinde iki büyük aşiret yaşar, Elbeyliler ve Türkmenler. Bu iki Aşiretin, Süleyman Şahın Fırat Nehrinden geçerken attan düşerek boğulduğu günden buyana bu topraklarda yaşadıkları söylendiği gibi, Dördüncü Murat zamanında Culab’a, (1) daha sonra aşağıda anlatılan tarihi olaylar sonunda şimdiki yaşadıkları bu topraklara yerleştikleri de söylenmektedir.

1 -Birinci olay: Aksak Timur ordular ile Bağdat’tan Halep’e gelirken yolu Culap’ta yaşayan Türkmenlerin Topraklarından geçiyor. Timur ordusuna karşı azlıklarına bakmayan Türkmenler, nasıl olurda bizim bu topraklardan bizden izinsiz geçerler diyerek, silahlarına sarılıyorlar. Çetin bir mücadeleden sonra Türkmenler bozuluyor, batıya doğru kaçmak mecburiyetinde kalıyorlar. Şimdiki yaşadıkları bu topraklara yerleşerek tekrar Culab’a dönmekten vaz geçiyorlar.

2 -sikinci Olay: Türkmenler, Culap’ta yaşarlarken, Kürt Milli, Aşiretile geçinemiyorlar. Sık sık aralarında kavgalar oluyor. Bu durumdan yakinen haberdar olan devlet, durumun tetkiki için Urfa Valisi Abbas Paşayı bu işe me­mur ediyor. Abbas Paşa, yanına yeteri kadar asker alarak Culab’a doğru yola çıkıyor. Olayın geçtiği tarih (ikinci Abdülhamit devridir.)

Türkmenler, obalarına doğru gelen bu kuvvetlerin gene Milli aşireti Atlıla­rı olduğunu sanarak atlarına biniyor, Abbas Paşa kuvvetlerine karşı hücuma geçiyor, kılıç kullanıyorlar, işin vehametini sonradan anlayan Türkmenler, paçayı kaçmakla kurtarmanın mümkün olacağını anlıyorlar. Batıya doğru kaçarak bugünkü yaşadıkları bu topraklara yerleşiyorlar. Zaten bu duruma çok kı­zan Abbas Paşada Türkmenleri bir daha Culaba yerleşmemeleri için Türkmenlere ait ne var ne yoksa hepsini talan ettiriyor. Bu olaya ileride daha geniş yer verilecektir.

Bu topraklarda uzun yıllar yaşayan Elbeyli ve Türkmen aşiretleri arasında bazı anlaşmazlıklar olmuş, uzun yıllar araları açık kalmış hatta birbirlerinden adamlar bile vurmuşlardır. Şimdi iyiler. Birbirlerini severler, kız alırlar, kız verirler. Eski geçimsizlikleri unutmaya çalışmaktadırlar, aralarında kirve (!) olanları dahi vardır.

Bu İki aşiretin gelenekleri aynıdır. Oda alemleri çok hoştur. Oda deyip geçmeyelim. Odanında kendine özel bir nizamı vardır. Oda alemlerine ve oda usulüne ileride değinilecektir.

Türkmen ve Elbeyli Aşiretlerinin aralarından yetişmiş çok kıymetli ozanları da vardır. Bu Ozanların, Şiirleri Karacaoğlanın şiir tarzına çok benzer. Bu iki aşiretin gelmiş geçmiş ozanları ile elan yaşayan Ozanlarına rastlamak daima mümkündür.

Oğuzeli ve Nizip Çevresinde tanınan ve bilinen ozanların beğenerek zevk le okuduğumuz, Türkmen ve Elbeyli ozanlarının şiirlerine, tarih sırası ile yer vererek yayımına devam edeceğiz. Siz okurlarım, Elbeyli ve Türkmen ozanları ile beraber güneyin bu topraklarında beraber gezecek, Ozanın derdine hem dert olarak katılacak, acısını paylaşacak sevincine ortak olacaksınız

Türkmenler, Horasan’dan Anadolu’ya geçerlerken seksen sekiz bin hane idiler. Bunun sekiz bini Abdal diye anılan çengelerdir. Türkmenler bunlarında kendi aşiretlerinden olduğunu söylerler. (Abdallarla ilgili bilgi ileride verilecektir.)

Türkmenlerin iskân Ozanları da sekiz, bin abdalın başkanı olan Dedem- oğlu dur. Türkmenlerin, Horasandan Anadolu’ya ilk göçüşlerini Dedemoğlu dile getirmiştir. Dedemoğlunun şiirleri tarihî bir değer taşıdığı gibi, hece vezninin kusursuz yazılmış şiirlerindendir. Edebî bir değeri vardır.

Dedemoğlu’nun Türkmenlerin Ana doluya göçüşlerini dile getiren şu şiirlerini beraber okuyalım:

Horasan’dan kalktık eyledik sökün

Düşürdüler bizi uzun yollara,

Omuzda parlıyor uzun şelfeler,

Aşırdılar' bizi karlı dağlardan.

Bölük bölük oldu yüklendi göçler

İhtiyarlar binili yayaydı gençler,

Başıma geldi gördüğüm düşler,

Bizden sonra bir ün kalsın ellere.

Kehi koyduk, kehi göçtük yollarda,

Görüp bilmediğimiz gurbetellerde,

Başları dumanlı karlı dağlarda,

Bülbül konmaz olmuş gonca güllere.

Geldik Anadolu Kayseri dağı.

Göründü Sivasla Gemlik’in bağı,

Çat Akdere derler Zilenin sağı

Samsun, Trabzon, Çorum elleri

Kara dere derler bir gece kaldık,

Gezerdik belâyı burada bulduk,

Çok yaman dertlere giriftar olduk,

Bakmazmısın bad-ı semum yellere.

Dedemoğlu derki aşkın bağından,

Geçirdiler bizi Yozgat dağından

Boğazlıyan, Ankara, Konya sağından,

Eskişehir Gayet güzel dillere.

Dedemoğlunun şiirinde adını ettiği yerleri, Türkmenler Horasandan, göçtükten sonra gezmiş, görmüş en sonunda da Eskişehir’de konaklamaya karar kılmışlardır. Fakat elin oğlu durur mu? 87 bin ev olarak bu topraklara yerleşmek isteyen Türkmenleri, yerli halk, devrin padişahı olan Sultan Dördüncü Murad’a şekva ediyorlar. Sultan Murad bu işin tetkikine Kadıoğlu Yusuf Paşa’yı memur ediyor. Paşada Eskişehir’e gelerek durumu inceliyor. Bunların Öztürk oldu­ğunu, büyük bir yekûn tuttuklarını, bu raya yerleşmelerinin mümkün olamayacağını, geniş bir yere yerleştirilmelerinin gerektiğini Padişaha arz ediyor.

Padişah ise Türkmenlerin, bugün Millî sınırlarımızın güneyinde kalan, Ak çakalının tam güneyine düşen ve adına Culap denilen yere iskânlarının uygun olacağına dair ferman çıkarıyor. İskân başı olaraktan Kadıoğlu Yusuf Paşa’yı Tayin ediyor.

Şimdi Türkmenler Eskişehir’den Culuba müteveccihen yola çıkıyorlar. İskân Ozanı Dedemoğlu bu yolculuğunuda şöyle dile getiriyor.

Karaman arasında bulduk boğazı,

Kadirmevlam nasıl imiş bu yazı,

Adana dedikleri geniş bir yazı,

Hesap edin çetin gelir dillere

Geldik Adanaya, sürdük Culaba

Seksen sekiz bin hane gelmez hesaba.

Deve, koyun çoktur insan galaba,

Susuz hayvan inileşir çöllerde.

Türkmenler uzun bir yolculuktan sonra nihayet Culab’a gelebilmişlerdir. Şimdi sizlerle Dedemoğlu’nun yanında Culup’tayız. Culub’a yerleşmek üzere gelen, bu büyük aşiretin yerleşmesini nasıl anlatacak, bunu nasıl dile getirecek ünlü Ozanın Sazından dinleyelim.

1- Culap: Urfa ili, Akçakale ilçesinin tamamen güneyindeki milli sınırlarımı­zın dışında kalan sahaya denilmektedir.’

2- Kivre: Bir yakınlık kurmak maksadı ile sünnet olan çocuğu kucağına alan kimseye -Kirve- denir. Bu keyfiyet her iki taraf içinde çok muteberdir, en yakın akraba derecesindedir.

(DEVAMI GELECEK SAYIDA)