Karagöz oyunu, Gazianteplilerin eskidenberi rağbet ettikleri, gecelerini hoş geçirmek için koştukları bir eğlence türüdür. Sinemaların çoğalmasından evvelki çocukluğumuz çağında, Karagöz oyunu yaygındı.

Şehrin bazı semtlerindeki belli kahveleri işletenler, kış yaklaşırken, ve Ramazanlarda ünlü Karagözcülerle kendi iş yerlerinde çalışmaları için sözlü bir anlaşmaya varırlardı. Bu durum kahve müşterilerine ve dışarda halka duyurulurdu. Sanatçı kahvelerinin uygun gördüğü bir köşesine perdesini kurar, oyun takımlarını getirirdi. Belirtilen günde oyunlarına başlardı.

Hikayecilerde olduğu gibi, Karagözcülere de kahve sahibi tarafından bir ücret ödenmezdi. Oyun sırasında Karagözcü adına bir tepsi dolaştırılarak para toplanırdı, son zamanlarda duhuliye usuluna baş vurulmakta idi.

İzlenecek program bir gün önceden, müşteriler dağılmadan duyrulurdu. Müşterilerin genel isteklerine göre proğram düzenlendiği de olurdu. Azda olsa bazı sünnet düğünlerinde, özel toplantılarda yapılacak gösteri ve oynanacak oyun bunu tertip edenlerin isteklerine göre hazırlanırdı.

Bugün profesyonel hikâyecilik gibi karagözcülük de, sinemanın icadı ve gelişmesiyle revaçtan düşmeye başlamıştır. Buna hükümet tarafından uygulanan idari tedbirleri, malî mükellefiyet yüklemeleri de katmak gerektir. Hikâyeciler hakkındaki konuşmamızda belirttiğim gibi. Karagözün asıl seyircileri çocuklardır. 18 yaşını doldurmayan çocukların bu gibi, genel yerlere giremiyecekleri hakkındaki zabıta kanunlarının uygulanması kahveci ve karagözcüyü zor duruma sokmuştur. Polis tarafından perdelerinin başlarına yıkıldığı, kendilerinin hırpalandığı seyirci çocukların bile dışarıya atıldıkları zamanlar olmuştur. Yunanlıların, Karagözün kök bakımından Elen asıllı olduğunu ileri sürerek yoğun bir propoganda içinde bulundukları bir sırada bizim tutumumuz gerçekten üzücüdür, acıdır.

Geniş halk kitlelerine hitap eden mütevazi Karagöz perdesi bir yandan bir komedi olarak güldürücü, öbür yandan toplumdaki düzensizlikleri, bunun nedenlerinin, sonuçlarını yansıtan düşündürücü ibret levhaları ortaya kor.

60 yıllık bir süre içinde Gaziantep Karagöz sahnelerinde iş yapan 13 sanatçı tespit edilmiştir. Bunlardan dokuzu ölmüş dördü yaşamaktadır, ölenler ölüm tarihlerinin eskiliği sırasıyla Sakallı Ali, Antakya’lı Çolak Halil, Dellal Oturakcı Vakkas, Büyük Reşit öbür adıyla kulağın oğlu Reşit, Çingan İbo, Demirci Ali, Kilisli Süleyman ve Ali, Birde Meriş Ali’dir. Bugün yaşayanlar ise: Mehmet Parlaksoy, Tahsildar Mehmet Eprem, Küçük Reşit ve dökmeci Ali Ustalardır. Bu yazının hazırlanmasında Mehmet Parlaksoy ve Mehmet Eprem’den faydalanılmıştır.

Çolak Halil ve Kilisli Süleyman’la, Halil, kışları ve özellikle Ramazanlarda Gaziantep’e gelerek çalışırlardı ve sonra memleketlerine dönerlerdi. Gaziantepli Karagözcülerin en eskisi olan Sakallı Ali kendisinden sonrakilerin ustasıdır. Cingan İbo aynı zamanda hikayeci, çok üstün bir taklit kabiliyeti olan bir sanatçı idi. Kilisli Halil’in çok güzel sesi vardı. Rol icabı okuduğu türkü, şarkı ve gazellerle müşterilere müzik zevki de tattırırdı.

Karagöz oyunlarını komedi ve dram olarak ayırırsak, Vakkas, Büyük Reşit, Çolak Halil, Küçük Reşit birincide, öbürleri ise İkincide başarı göstermişlerdir.

Gaziantep’te belli başlı Karagöz oynatılan kahveler: Keçehane Kenayi, eski kelleci pazarı kahveleri, Şehreküstü’de Yüksek kahve, Kavaf pazarındaki Çırçır kahvesi, Kozanlı’da kastel başına giden sokakdaki, Tabakhanede Büyük Dutun karşısındaki kahvelerdi.

Gaziantep Karagözcülerine göre karagözün menşei hakkındaki hikâye şöyledir.

Hacivat Bursa’da bakkal, Karagöz ise İranlı bir demirci imiş. Her ikisinin de bulundukları yerde işleri bozuk gittiğinden İstanbul’a giderek orada çalışmak üzere yola çıkarlar. İstanbul’a bir konak kala bir Handa birbirine rastlayarak tanışır, kısa bir zamanda aralarında sıkı fıkı bir dostluk kurulur. Manevî kardeş olurlar. Birlikte çalışmayı, kazanacakları paraların yarısını bir yana ayırıp öbür yarısını saklamayı, İstanbul’dan memleketlerine dönerken aralarında paylaşmayı kararlaştırırlar. İstanbula ulaştıktan sonra çalışacak birer iş aramaya koyulurlar. Bu sırada yapımına yeni başlayan bir camiin şantiyesine gelir iş isterler. İki ahbabdan Karagöz’ü çamur katma, Hacivat’ı temel kazma işine verirler. Hacivat sapı çok uzun bir kazma alır, çalışmaya başlarlar. Karagöz küreğin demir kısmından tutarak sapıyla çamur karıştırmaya, Hacivat her kazmada oflamaya ve puflamaya başlar. İkiside söz ve hareketleriyle yanındakilerin dikkatlerini üzerlerine çekerler.

Yemek molası verilir, iki dost karşı karşıya oturarak tatlı bir sohbete başlarlar. İşçiler esasen ilgilerini çekmiş bulunan bu iki tuhaf adamın yanlarına çevirirler, güldürücü, ibaretli konuşmalarını dinlemeğe dalarlar ve işi unuturlar. Bir de ne görsünler? Akşam olmuş. Şantiye şefi durumundaki kimse, yemek molasından sonra hiç iş yapılmamış olduğunu görür ve nedenini öğrenir. Olup bitenler Padişaha kadar ulaşır. Karagöz Hacivat hemen huzura çıkarılır, Padişah (iş başında, molada yaptıklarınızı burada da tekrar edin) der. Hacivat korkar, utanır. Karagöz haydi ulan diye Hacivata dürtmeğe, korkusunu utancını gidermeğe çalışır. Nihayet konuşmağa başlarlar. Padişanın ve yanındakilerin hoşlarına gider. Hemen maaş bağlanmasını, arasıra gelip kendini eğlendirmelerini söyler. Bir gün huzurunda fazla heyecanlanırlar, kontrolü kaybederler, padişahı adam akıllı kızdırırlar. Öldürülmek üzere cellada verilirler. Padişah bir süre sonra yaptığına pişman olur, üzüntüsünü belirtir. Bu işi yapacak yeni kimseler aranır. Yeniçeriler arasında sanatı köşkerlik olan (Şeyh Küşteri) adında bir adam işi üzerine alır. Karagöz ve Hacivat’ın mezarlarını açtırır, yüzlerini inceler. Resimlerini yapar. Sonra ham deve ve öküz derisinden şekiller keser, boyar, bir benzerlerini yapar, bildiğimiz Karagöz oyununun ilkini oynatır. Bu nedenle Karagözcüler Şeyh Küşteri’yi üstat olarak bilirler. Karagözcüler bunu halay oyunuyla ilgili bir gazelin son mısraları olan şu beyti ile tekrar ederler:

Perde Kurdum, Şema yaktım, göstereni zıll-i hayal

Şeph-i ekber Küşteri’dendir bu ibret perdesi.

Gaziantep karagöz perdelerinde belli başlı şu oyunlar gösterilirdi:

Kanlı Kavak, Geyikli Serverbey, Ferhat ile Şirin, Zavallı Avcı, Karagözün Evlenmesi, Karagözün Yoğurt Satması, Evlat Katili, Katil Kerime, Karagözün Kitaplığı, Karagözün Güreşi, Küpü Sahra, Kumarın Sonu, Karagöz’ün Tacirlik Etmesi, Karagöz’ün kitaplığı, Karagözün Güreşi, Küp-ü Sahra, Kumarın Sonu, Karagöz’ün Tacirlik Etmesi, Karagöz’ün Arzuhalcılığı, Acım Muharebesi, Kardeş Hasreti, Esirci, Karagözün Paraşa Şarlop Çekmesi, Bekri Mustafa’nın Ziyafeti, Karagözün eşek, Hacıvat’ın Çebiş Olması, Karagöz’ün Ağalığı, Karagöz’ün Yarım Saat Beyliği, Karagöz Karısıyla Çat Pınarı Başında, Bir Kız Gazeteye Evlenme İlanı Veriyor.

Oyunların adından az çok konularını kestirmek mümkün. Tümü itibariyle toplumdaki aksaklıkları, ahlaksızlıkları, bazen gülünç bazen acı sahneler halinde ortaya koyarak hem seyircileri eğlendirmekte, hemde ibret dersleri vermektedir.

Çocukluğumuzda en tutulan oyun Kanlı Kavaktı. Çok vakit bu oyunlara son verileceği geceye, ağız tadına, Kanlı Kavak oyunu bırakılırdı.