Bir yazı konusu düşünürken kafamın içinde kendiliklerinden geçit resmine başladılar. Adeta, bizden söz et, unutuluyoruz, demek istiyorlardı. Gerçekten ömürleri boyunca akıllı geçinenleri, gündelik yeknasak hayatlarına renk verip güldürdü onlar. Hissizliklere, taşkınlıklar ve ölçüsüzlüklere aldırış etmeden sanrı ve sapuklukları ile onları eğlendirip güldürdüler. Tiyatro, sinema, saz ve bar gibi iyi, kötü eğlence yerlerinin az bulunduğu 1910 ilâ 1935 yıllarında bu renkli şahsiyetler bilet kesmeden, belediye resmi almadan her yaş ve meslektekilerin gülüp eğlenmesini sağlardı.

İmam Baba

Uzun Çarşının yokuşunun tam karşısındaki helvacı ve kebapçı dükkânlarının arasını karargâh edinmiş bir İmam Baba vardı. Bütün dünyevî varlığı, esrar nargilesi ile, astarından daha kalın bir kir tabakasından rengi belli olmıyan bir yorgandı. Günün sinema yıldızları gibi daima bir omuzunda pardesü gibi takılı dururdu. Saç, sakal biribirine karışık. Gözlerinin akı, kirli bir sarı renge bürünmüş, dünyaya metelik vermeyen bir kaygısızlıkla marpucunu çeker dururdu. Esnaf, tüccar onun kese veya para çekmecelerinden bir kaç kuruş almayı kabul etmesini uğur sayardı, elini tutup kallenin içine sokarlardı Babanın dünyevî huzurunu bir tek çocuklar bozarlardı. Bilhassa mısır mevsiminde, ele geçirdiğimiz koçanlarla yokuşun başına gelir, avurtları biribirine yapışacak bir iştaha ile marpucunu çeken babanın nargilesine nişan atardık. Koçanlar kafasına veya başka bir yerine çarpsada aldırış etmez, fakat bir kesin nişancı nargileye isabet sağlarsa mecidiye büyüklüğünü alan korkunç gözlerle yerinden davranır gibi yapar, boğuk bir sesle (Şeddadini..) diye küfürü başardı. Bu kadarı da bize yeter soluğu evde alırdık.

Apo

Bir de Apo vardı. Görünüşü fes ve entari giymiş Karagöz gibiydi. Daima yirikli zubunun üstüne temiz ve uzun bir sako giyer, çıplak ayaklarına yüksek berber takonyaları geçirirdi. Sakosunun içine, koltuğunun altına daima bir değnek gizler (Apo sıçan geliyor) diye fazla sataşan çocuklara sallayıp kovalardı. Yalnız evinin kapısına yaklaştığı sıralarda önüne bir kireç parçası ile çizgi çizilince nevmit olur, bunu aşamaz, boğuk bir sesle (Hayce, Hayce) diye haykırırdı. Ne kadar temiz giyimli, muhterem görünüşlü bir deliydi o. Sataşılmadığı zaman duvar diplerinden, kendi kendine söylenerek telaşla gidişini görenler mazbut bir iş adamı sanabilirdi.

Karabey

Onun hemen bir sokak ötesinde Karabey vardı O da bam başka bir tipti. Otuz yaşlarında irice siyah gözlü, esmer gösterişli bir insandı. Sırtında entari ve sakosu, başında siyah tüylü bir kalpak, kapısının yanında küçük bir kürsüde otururdu. Sokakta olmasına rağmen ne gelenle, ne geçenle ilgilenir, gözleri meçhul bir noktaya dikilmiş, heykel gibi donuklaşmış yüzü ile biz akıllıların göremediği bir manâ alemini seyreder dururdu. Kimseyle konuşmaz, bütün dünyaya karşı etrafını kalın bir zırh tabakası ile çevirmişe benzerdi. Ona sataşmaya kalkan izansızlara karşı gösterdiği kayıtsızlık, ürkekle karışık bir saygı yaratmıştı ona karşı. Kara sevdaya tutulmuş derlerdi ona.

Ali Bayram

Kara beyin tam zıddı Ali Bayramdı. İri yarı, yüzü gözlerinin akına kadar kızıllaşmış, insana korku veren bir adamdı. Ona sataşmaktan çocuklar çekinirdi Çünkü hakkında garip ve korkunç hurafeler dolaşırdı. Bayram, pazar yerlerinden bir kaç kuruşa lager, hastalıklı bir deri bir kemik kalmış eşek ve beygirler alır karınlarını yere sürünecek kadar mecalsiz de olsalar Donkişot gibi üstlerine kurularak Maktanın yolunu tutardı. Onları burada keser derilerini yüzüp omuzuna atar sonra bunu bilmem kime satardı. Onu bir kere Maktada eşek kasaplığı yaparken uzaktan biraz seyretmiş, sonra gözlerindeki korkunç parıltı ve yüzündeki vahşî ifadeden ürkerek kaçıp gitmiş tim. Galiba bir seferinde de Kilis yolunda masum bir çerçiden (pekmez—ekmek) isteyip olmadığını duyunca adamcağızı yıkıp taşla kafasını ezmiş ve mahkemelere düşmüştü.

Balcan Delisi

Sonra Balcan delisi, Çöp delisi, deli Bekir vardı. Birincisi patlıcan mevsiminde azıtır, habire esnaftan toplayıp sayasının cebine, koyruna doldurduğu boy boy patlıcanları körpe hıyar gibi yer dolaşırdı.

Çöp Delisi

Çöp delisi dantel ören miyop ev hanımları gibi gözünün önüne kadar soktuğu iki çöp parçasını habire oynatır dururdu.

Deli Bekir

Bunlar arasında en renklisi Deli Bekir’di. Bunların kapı aralarında, ahırlarında yatar, gündüzleri uzun çarşıda bir aşağı bir yukarı gezinerek esnafa bol bol sataşma ve muziplik yapma fırsatı verirdi. Peşinden hiç çocuk kümesi eksik olmazdı. Keramet ve zarif nükteye benzeyen abuk, sabuk şeyler söyliyerek herkesi güldürürdü Kimi zaman kendini dala konmuş bir kuş sanar, lastik sapandan ve tüfeğe benziyen her şeyden fena halde ürkerdi Bir seferinde babam ve akrabalar uzun uğraşmalardan sonra onu alıp eve getirmişler, söyletip gülüyorlardı. Ben belki beş, altısında ancak vardım. Hediye alınan saçma tüfeğimi kaparak oturdukları odanın kapısına geldim: (Bekir kıpırdama.) diye haykırdım. Bekir bir an içinde fırlayıp beni iterek kaçtı gitti ve büyüklerden hayli azar işitmeme sebep oldu

Onlar ve benzerleri geldi, geçti. Fakat sanırım yerlerini yenileri almıştır. Dilerim ki, aramızda yaşayan her deli onlar kadar insan mutluluğuna kaba bir yoldan da olsa, hizmet eden deliler olsa. Onların damgası ahularında olduğu için, gerekirse kendilerinden sakınmak da kolay oluyordu. Fakat damgası silikçe olanlarının şerrinden hepimizi tanrı korusun.

(Sabah — 24.4.963)