25 Aralık’ta Gaziantep’in kurtuluş yılı kutlandı. Halkın ve memleketi kurtuluş yollarını araştırırken, Mill Mücadeleye dikkat etmek gerekir. Nele kurtuluşun karşısında idi; ve kimler yaptı bu işi?

Bunun için, Millî Mücadelenin temeline inmek gerek.

Bu temel, iki manzarada toplanlanmaktadır.

1 - Erzurum kongresiyle başlıyan politik kuruluş.

2 - Gaziantep savunmasında ortaya çıkan halk ruhu.

Millî Mücadele yıllarına şöyle bir bakacak olursak, memleketin iki kampta toplandığını görürüz. Bu iki kampın özelliklerini bilmeden günümüze ışık tutamayız.

Birinci kampta, devleti kurtarmak istiyen aydınlar vardı: İkinci kampta memleketi kurtarmak istiyenler.

Devleti kurtarmayı düşünenler, işgal orduları altında, korkak bir padişahın çevresinde toplanmıştı. Bunların bütün ümitleri, düşmanların merhamet ve himayesine kalmıştı. Kendi kendilerine hükümetçilik oynuyorlardı.

Sadrazamları vardı; yalnız mevkiini korumak istiyordu. Başkumandanları vardı; fakat ordusu yoktu. Şeyhülislâmları vardı; fakat ümmeti yoktu.

Kimse bütün bu teşkilâtların, ancak «var olan bir millet» için düşünüleceğini aklına getirmiyordu. Seferberliğin harb zenginleri, karılariyle, kızlariyle bir Sodom Gomora hayatı yaşıyor, işgal devletlerinin subaylariyle eğleniyordu.

Millet, kesiminde başka bir manzara vardı: Anadolu, yangın yeri idi. Köyler harab ve ekmeksizdi. Babalar, oğullar, dayılar ve amcalar, seferberlik kasırgası içinde, her biri bir sınırda can vermişti. Arpa ekmeğini bulmak, çoğu zaman, saadetti. Sefaletleri, perişanlıkları öylesine derindi ki, analar dönmüyen oğullarına, gelinler dönmüyen kocalarına ağlamak için zaman bulamadılar.

Toprağı, bir karakış gibi düşman basmıştı.

İşte ikinci kesimde bunlar vardı. İkinci kesimde, seferberliğin kül, kömür ettiği bir imparatorluk yıkıntısı içinde kendi kendine direnen, kendi kendine sorumlu olan bir şehir vardı; bu Antep’di.

Antep kurtuluş savaşı’nın ikinci manzarası idi. Bu manzara, çok önemlidir; çünkü, biz orada halkı görüyoruz. Kurtuluş mücadelesinin çözüm noktası, Gaziantep kalesinin duvarları önünde bir başka anlam kazanır. Bugüneydoğu şehrinin çocukları, hiçbir ümit ve imdada bel bağlamadan, şehri sokak sokak, ev ev büyük bir devletin ordusuna karşı savunuyor.

Kadere ve yenilgiye boyun eğmiyen bu insanlar kimlerdi? Hangi inanç onları tek başına böyle bir savunmaya sürükledi.

Gaziantep savaşı’nın yaşıyan birçok şehitleriyle konuştum. Bunların çoğu, halk adamı idi; bizzat halktı; bir tamirci dükkânında, bir terzi, kunduracı ve yemenici dükkânında onlara rastlarsınız. Söz, Antep savaşı konusuna intikal etti mi, mütevazı ve loş dükkânın, manzarası birden değişir, hayaliniz efsane ile temasa gelir.

Bu şehir, savunmasının temelinde; Gaziantep esnafının ve işçisinin ön plânda rol oynadığını görürüz. Bunlara köylerden ve dağlardan inen gönüllü çeteler katılmıştır. Terzi, kunduracı, köşker, derici, çorapçı, marangoz, kilimci, demirci gibi ustalar, düşman şehre yönelince, ona sahip çıkıyor. El emeği ve alın terinin karıştığı bu güneydoğu şehri, ne tarihî kalelerine, ne servetine ve ne de politikacılarına güvendi. Güvendiği tek şey, bu ustaların toprağa sızan gücü idi. Onlar, Antep çarşılarını, Antep evlerini, Antep sokaklarını, su katılmamış hâlis insan emeğiyle yaratmışlardı. Bir yemeniyi diken ustanın, bir dokumayı ören kalfanın, bir ipliği iğiren çırağın ve bir gergefte nakış işliyen genç kızın havaya ve toprağa emeği sızmıştı. Şehrin insanları, Antebi, kendi zaııaatlerinin bir parçası, bir eseri gibi seviyorlardı. Bir başkasının bu şehirde hak iddia etmesi, bir çapulcunun dükkânlarını yağmalaması kadar, onlara garip görünüyordu.

İnsan, ancak emeğinin damla damla toprağa karıştığı bir mülk için kavga eder. Antep, Antepli’nin emeği ve alınteri idi.

Yüzyıllar boyunca orada, dedelerinin alınteri birikmişti. Elbette dövüşecekti. Elbette direnecekti. Toprak şuuru, onların ruhunda bir inanç, emek ve sevgi birikmesi idi.

Gaziantep, Anadolu şehirleri arasında özel bir kuruluştu. Kapısından bacasına, kiliminden, hasırına, damından tarlasına kadar her şey, onun bütünlüğünü tamamlar.

Toprak ve insan orada sarmaş dolaştı. Bunların birbirinden ayrılması, derinin bedenden sıyrılması kadar güçtü.

Bu şehirde kök sınıf, küçük esnaftı. Her Gaziantepli’nin kökü, bir durakta, bir esnaf ailesine bağlanır. Şehrin asıl sahibi bu sınıftır. Bütün diğer sınıflar onun etkisi altındadır.

Gaziantep’teki aydınların çoğu yerlidir. Doktor, mühendis, avukat, hâkim, öğretmen, gazeteci, hepsi, döner dolaşır, kendi şehirlerinde karar kılarlar. Orada, bir nevi devlet göçebesi memur tipine az rastlanır. Dışarıdan gelenler bile, az sonra şehri benimser ve yerli halkın bir parçası olur.

Emek asaleti, her türlü soy sop anlayışının üstündedir. Bu yüzden halkı dövüşkendir.

Her Gaziantepli, hangi sınıftan ve hangi tabakadan olursa olsun, Antepli olmayı belli bir aileye mensup olmaya tercih eder. Soyla sopla değil, Gaziantepli olmakla övünür.

Gaziantep savunmasını sadece kurtuluş savaşının ilk direnişi açısından görmek doğru olmaz. Millî Mücadele başlangıcından itibaren yukarıda da söylediğimiz gibi, bir politik kuruluş manzarası gösterir. Gaziantep’in düşman karşısındaki tutumu ise, politik olmaktan çok, sosyal bir davranıştır. İlk çağ Yunan tarihinde, Yunan şehirlerinin Perslere karşı göstermiş olduğu site ruhunu bu Güneydoğu şehrinde de görürüz. Eski Yunan medeniyeti, bu site ruhuna dayanır.

Anadolu’da her şehrin ayrı bir macerası, özel bir örgüsü var. Bu örgüyü kavramak için Kurtuluş Savaşı’ndan işe başlamak, halkın kollektif görünüşünün gerisinde biriken gerçeklere dikkat etmek gerekir.

İnsan özellikleri ve davranışı biliminden ona uygulıyacağımız her kalıp, karanlıkta, elyordamı ile, hakikatleri aramaya benzer.

En yakın tarihimizin dahi sosyal temellerini bilmiyoruz.

(28.12.962 Cumhuriyet Gazetesi)