Gaziantep Radyosunda bu şehrin hikayesi:

Sayın Okurlarım:

Bu yazımda, şehrimizin adı ve çeşitli anlamları üzerinde durmak istiyorum.

Hemen hemen bütün şehir ve kasabalar, tarih boyunca bir çok ad değişikliklerine uğramışlardır. Gerek il adlanışları, gerekse sonradan ortaya çıkan değişmeleri belli bir kurala bağlamağa imkân yoktur.

İnsanlar, bazı adlanışlardaki sebep ve hikmeti kesin olarak anlayamadıklarından (isimler göklerden iner) diyerek işi kestirip atmışlardır. Bizim de, eski adların manalarını ve konuluş nedenlerini bilemediğimiz için bu meşhur söze sığınmaktan başka çaremiz kalmıyor. Bununla beraber, bazı şehir ve kasabaların adlanış hikâyelerini ve manalarını az çok bilmekteyiz. Bu işte vaktin büyük rolü vardır. Adlanışın üzerinden geçen zaman uzadıkça; araya giren nisyan perdesi kalınlaşıyor. Tâki, elde mevcut belgeler bu perdelerin üzerinden gerçeği gösteren bir delik, veya aralık bırakmış olsun. Bir iki örnek verelim:

Malatya ve Antakya adlarının nasıl ve nereden geldiğini tarihin yardımlarıyla çıkarıyoruz. Elazığ da böyledir. Sultan Aziz zamanında Harput’un yerini alıp gelişmekle adı (Mamuretel Aziz) olmuş, sonra halk kelimenin bir bölümünü atarak (El Aziz) demiş. Atatürk de bu adı Azık eli, yiyecek memleketi, Zahire anbarı anlamına gelmek üzere (Elazığ) a çevirmiştir.

Oğuzeli İlçe sınırlarının içinde oturan nüfusun %90 nının Oğuz Türklerinden olması, Yavuzeli, Osmanlı padişahlarından bu bölgenin fatihi Yavuz’ un otağını şimdiki ilçe merkezi olan Cingife yakınında kurması dolayısiyla kazaların teşekküllerinde bu adların yakıştırıldığını biliyoruz.

Sayın okuyucularım! Adlanışlar hakkındaki bu görüş ve mütalaadan sonra, asıl konumuzun olan Antep adının menşe anlamına gelelim:

Antep adının eski kullanışı olan Aynitap kelimesinin şehrimize niçin ve ne zaman, kim tarafından verildiği bilinmediği için, sözcük çeşitli olarak tefsir ve izah edilmiştir.

Halk arasındaki bir rivayete göre: İslâmların bu çevreyi fethi sırasında bölgenin (aynî) adındaki beyine nisbetle kale ve şehre Ayninin memleketi manasına gelmek üzere Aynitap denilmiştir. Bu rivayete göre, tap kelimesi memleket, el anlamını ifade ediyor.

Ayrı ayrı söylentilere göre yer adını kendi özelliğinden almıştır. Tap ekini yer (Ayın) ı kaynak anlamına alırsak, Aynitap Kaynaklar eli demek olur. Bu isimlenişte isabet yok değildir. Şehrin kurulduğu vadide çağlayan Sacır belki de dünyanın en çok pınar suyu alan bir deresidir.

Sümer dilinde güzel anlamına geldiği belirtilen (Tap) sözcüğüne göre hüküm vermek gerekirse, o vakit mana (güzel kaynak) yahut (güzel göz) olur.

Tap, Farsça güç, takat, işlik, parlaklık, taze, pırlayan, parlatan, aydınlatan gibi çeşitli anlamlar gösteriyor. Buna göre de Aynitap adının ifade ettiği manalar değişir.

Gaziantep bir çok yazarlarında belirttiği gibi, ak taşlardan yapılmış olduğundan, yaz günleri şehir güneşin bu taşlara çarpmasiyle husule gelen aşırı bir aydınlık içindedir. Ad, bu durum düşünülerek verilmiş olabilir.

Haçlı Seferlerine ait eserlerde, Antep, Türkçe Kral, Hükümdar, Devlet Reisi demek olan (Han) ile, yer karşılığı olan (Tap) kelimelerinden meydana gelen (Hantap) olarak geçmektedir ki anlamı (han yeri) (han toprağı), (hanlara mahsus mahal) demek olur.

Bence, izahların en yakışanı da bu dar. Tapkır sözcüğü, arazi parçası, ok anlamını ifade etmek üzere bu gün köylerimiz de kullanılmaktadır.

İhtimal ki, bundan yüz yıllarca evvel, şehri çevreleyen tepelerin ormanlarla kaplı, düzüne ile pınar sulariyle beslenen Alleben’in gürül gürül çağladığı bir zamanda çevreye hâkim sırtlardan birine gelen Türk atlılara önlerindeki vadinin güzel manzarasına bakarak, şahane, krallara hanlara mahsus anlamına gelmek üzere (Hantap) demiş olsalar gerektir.

Görülüyorki, bütün söylediklerimiz, tahminden ileri gitmiyor. Belki bir gün gelecek, bu izahlardan bu yakıştırmalardan birisi müsbet belgelerle doğrulanacaktır.

Sevgili okuyucularım! Sözlerimi Gaziantep’in ismi ile ilgili bir hatıramla bitirmek istiyorum.

1948 yılında Birecik C. Savcısı bulunuyordum. Bir gün Kaymakam, Suriye makamlarile bir sınır görüşmesi yapılacağını, benim de misafir olarak aralarına katılmamı teklif etti. Kabul ettim. Birlikte Mürşitpınar Demiryolu İstasyonuna gittik. Görüşme bizim toprakraklarda yapılacaktı. Biraz sonra Suriye heyeti de geldi. Konuşuk bittikten sonra ev sahibi bulunduğumuzdan bizimkiler tarafından içkili bir ziyafet verildi. Yemekte Suriye kaymakamı şeref köşesine oturtuldu. Sofranın bir tarafına biz, öbür tarafına da onlar sıralandık.

İstanbul’da tahsil edip, iyi Türkçe konuşan ve cin gibi bir Ermeni olan misafir kaymakam konuşma sırasında sözü döndürdü dolaştırdı Türkiyedeki bazı yer adlarına getirdi. Önce Hatay’ın sonra Gaziantebin, Urfanın ve daha sonra Maraş’ın adlarının Arapça olduklarını iddia etti. Aklınca buraların, zaman zaman Suriye’den yükselen çatlak sesler gibi, Arap toprağı olduklarını anlatmak istiyordu. Bu sözün ortaya atılması, sofraya soğuk bir hava estirdi. Bizimkiler birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. Bizim kaymakam bu herife cevap vereceğim diye fısıldadım ve tasvibini almadan, önümüzdeki kadehi bir nefeste diktikten sonra, hiç bir başlangıca lüzum görmeden:

— Kaymakam beyefendi yanılıyorlar dedim. Hatayın, Urfa’nın, Maraş’ın adlanış sebeplerini bildiğim kadar anlattıktan sonra, Gaziantep için de Hantap rivayetini söyledim. Ve sonra ilâve ettim:

— Beyefendi, dikkat buyurunuz. Maraşdan sonra Kayseri geliyor. Bu sözlerim bizim masadan bir kahkaha kopardı. İlkin ne kasdettiğimi anlamayan Suriye Kaymakamı gülmeler üzerine, ne demek istediğimin farkına vardı. İşi bozuntuya vermemek için:

— Yamansın be Antepli demekle yetindi.

Hoşça kalınız sayın okuyucularım.

Cemil Cahit Güzelbey