Geniş caddeleri, beş altı katlı binaları, arı kovanı gibi kaynaşan caddeleriyle Gaziantep’i, sosyal, kültürel ve ekonomik durumlarıyla Antep’lileri gören genç kuşak, 50-60 yıl önceki bu kentle içinde yaşayanların durumunu ne kadar kafa yorsalar kabil değil hayallerinden bile geçiremezler. Bu yazı genç kuşağa o gün ki uyruğumuz Ermenilerle Türk vatandaşlarının acıklı durumunu karşılaştırmak olanağını verecek. Cumhuriyet yönetiminin sağladığı nimetlerin değerini daha iyi anlatacaktır.

Ermenilerin Nüfusu, Dil Ve Görenekleri

60 sene önce Antep 83 bin nüfuslu bir şehirdi. Bu nüfusun 35 bin kadarı Ermeni, geri kalanı Türk’tü. 200’ü aşkın köyler halkı da tümüyle Türk’tü. Yalnız Orul köyünde bir kaç ev, bu köyün yanında küçük bir köy olan Gâvur köyü halkı Ermeni idi.

Antep’li Ermeniler dil, görenek ve yaşantı bakımından Türk’tüler. Onları müslüman Türk’lerden ayıran tek neden hırıstiyan olmalarıydı. Türkçe konuşurlar, Ermenice bilmezlerdi. Konuşurken Ermeni ile Türk’ü ayırmak olanaksızdı. Yalnız Türkler konuşurken “ağam” Ermeniler “gülüm” diye hitap ederlerdi. Yeni sözcükler katacak kadar Türkçeye sahiptiler. Örneğin: Amerikan Hastanesinde çalışan Amerikalı hemşirelere İngilizce mis karşılığı “Kız hanım” derlerdi. Evlerinde, kiliselerinde Türkçe konuşur, Türkçe dua eder, ayinlerini, vaazlarını Türkçe yaparlardı. Sosyal yaşantıları da Türklere eşti. Oturdukları evler, giysileri, yiyecekleri Türklerinkinden farksızdı.

Sanat

Antep Ermenileri en önemli sanat kollarını ellerinde tutarlardı. Geçmişi çok eski devirlere dayanan Antep dokumacılığı[1] Ermenilere geçmişti. Bu sanat dalının ayak kalfalığı, “çözgücülük” boyacılık, tahakçılık “piresecilik” ve nihayet ustalığı “işveren” Ermenilerde idi. Eski Halın bulunduğu Zincirli Bedesten, Millet Hanı, iki Kapılı Han ve kısmen Yeni Halle, Emir Ali Hanı’nın odaları alacalı ustalarıyla Ermeni tüccarlarının ticarethaneleriydi. Türkler, dokumacılığın, yarı bellerine kadar çukur içinde mekik atan ve az para kazanan işçileriydi. Sabunculuk gibi büyük sanat dalı, kuyumculuk, bakırcılık, demircilik, çilingirlik, terzilik, kunduracılık, bina kalfalığı, yapıcılık, bıçakçılık, nalbantlık, semercilik gibi sanat şubeleri de Ermenilerde idi. Halen yıkılmış olan Kalealtındaki bedestende yüzden fazla kuyumcu dükkânı vardı. Uzun Çarşıdan Yemenici Pazarına kadar uzanan Eski Halın arkasındaki cadde iki taraflı bakırcı dükkânı idi. Buradan bakıra vuran çekiç seslerinden geçilmezdi. Ermeniler bütün bu sanat dallarında çok ileri idiler. Sanatlarını kıskançlıkla koruyup Türklere öğretmezlerdi. Türklerin elinde büyük sanat dalı olarak tabaklık vardı. Bunun da ham derilerini Ermeni tüccarları getirtir, işlenmişlerini bunlar satarlardı. Küçük sanatlardan marangozluk, sabancılık, tenekecilik ile önemini kaybetmiş olan saraçlık, kazazlık [2]ve köşkerlik Türklerde idi.

Gaziantep Ermenileri

Ticaret

Gaziantep’te ticaret tümü ile Ermenilerin elinde idi. Türk tacirler bunların komisyonculuğunu yapardı. Yer sanat ürünlerini yurt içine ve yabancı ülkelere Ermeni tüccarlar yollar; dışarıdan ve yurt içinden gelecek malları bunlar getirtirlerdi. Amerika’ya fıstık, kara üzüm, Antep elişleri, dolmalık patlıcan, Mısır’a deli tütün, Mısır, Cezayir, Tunus ye Fas’a kadar gül şeftali[3] ve sarı Antep sahtiyanları, Avrupa’ya cehre (Natürel sari boya), miyan kökü, işlenmiş bağırsak ihraç ederlerdi. Her çeşit dokumalarla, sabun, bakır işleri, ziynet eşyası, üzüm, incir, pekmez gibi yerli sanat ve yer ürünlerini yurdun her köşesine bu tüccarlar yüklerdi. Çalgılı bahçe ve gazinolardaki alaturka saz heyeti bile Ermeni idi. Her biri bir tablo kadar nefis, ince ve göz alıcı olan Antep el işlerinin işçiliğini göz nuru ve el emeği harcayarak Türk kızları, ustalığın, ve sürümünü de Ermediler yapardı.

Serbest meslek sahipleri, yani doktor, dişçi, eczacı ve avukatlarda Ermeni idi. Türklerden yalnız bir dişçi vardı. Bidayet mahkemesi, idare Meclisi ve Belediye Meclisi üyelerinin de yarısı Ermeni idi.

Ermeniler Antep ve hinterlandının sanat ve ticaretini ellerinde tuttuklarından başka, Osmanlı Bankasından düşük faizle çektikleri parayla murabahacılık yapar, ağır faizlerle Türkler’e para verirlerdi. Şehirde ve köylerde en değerii taşınır ve taşınmaz malları ellerine geçirmişlerdi. Bunlara borçlu olmayan tüccar ve mülk sahibi yoktu. Memlekette egemen ulus sayılan Türkler yoksulluk ve ihtiyaç içinde kıvranır, mülk sahipleri babadan dededen kalma nazlı mallarını yok pahasına mürabahacılara kaptırırken Ermeniler şehrin en güzel yerinde, en bakımlı evlerde genlik ve bolluk içinde yaşarlardı.

Bilim Ve Kültür

Ermeni çocukları Türk okullarında okumaz, kendi cemaatlarının açtıkları özel ilkokullarla, idadi (lise) ve öğretmen okullarında, Amerikan kız ve Erkek Kolejlerinde, Katolik kilisesindeki Firerler okullarında okurlardı. Ermeni öksüz kızları için Mardin Tepedeki düşkünler evi yatılı bir okuldu. Türkler ne koleje, ne de Firerler okuluna gitmezlerdi. Halkı bilgisiz taassubu buna engel olduğu kadar, bu okullar yöneticilerinin Türkler’e karşı tutumu da bunda etkili olmuştur. Kimi Ermeni gençleri Ermenice’yi 1876 yılında açılan Amerikan kolejlerinde öğrenmişlerdi.

Bu durum Gaziantep’te olduğu gibi bütün Osmanlı topraklarında aynı idi. Her yerde Türkler yoksul, bakımsız, hasta ve perişan. Hıristiyanlar zengin, sıhhatli, müreffeh ve mutlu idiler. Bunda en büyük âmil imparatorluğun Türkler aleyhine, yabancı unsurlar lehine işleyen ters tutumu idi. 20 yaşını bitiren her Türk genci asker olur, yıllarca sınır boylarında düşmanla, Yemen’de, Hicaz’da, Dürzü Dağlarında, Makedonya ve Arnavutluk’ta iç ayaklanmalarla uğraşır, ölür ve öldürür; gençliğinin bütün enerjisini ve kuvvetini kaybederek yorgun ve bitkin evine dönerken, hıristiyan Osmanlılar her sene hâzineye ödedikleri cüzi bir vergi ile askerlik mükellefiyetinden kurtulurdu. Bir yabancı yazarın dediği gibi ‘’Türkiye her türlü nimetlerle bezenmiş bir sofra, konukları yabancılarla, hıristiyan Osmanlılardı. Türkler bu sofranın karşılıksız bekçiliğini yapıyorlardı.”

Tanzimattan sonra uyanan, 1908 Meşrutiyet İnkılabı ile canlanan, şımaran Ermeniler özellikle Balkan yenilgisinden sonra büsbütün azıtmışlar, Türkleri küçümsemeye, hükümeti hiçe saymaya, karakollar önünde silah sıkmaya başlamışlardı. Birinci Dünya Savaşından sonra yabancı devlet işgaline düşen Gaziantep’te düşmanla birlik olarak Türklerle savaşacak kadar küstahlaşan Ermeniler kurtuluştan sonra Suriye’ye göçmek zorunluluğunda kalmışlardır.

NOT: Büyük çoğunluğu bugün Suriye ve Lübnan’da yaşayan Antep Ermenileri halâ evlerinde ve ticarethanelerinde Türkçe konuşmakta, Türk âdet ve göreneklerini sürdürmektedirler.


[1] Antep’te dokumaya alaca, işverenine de alacacı ustası derlerdi.

[2] Kazaz: Atları ipek işleriyle süsleyen sanatçılar.

[3] Sahtiyan: İşlenmiş deri. Gül şefteli: Kırmızı yemeni boyası.