Sevimli şehrimiz Gaziantep’in üç çeyrek asırlık hayatından bahsetmek istiyorum. Bu müddet içinde şehrimizde ümran iktisadî, içtimaî hayat ve eğitim noktalarından bir çok değişiklikler meydana geldi. Evvelce şehrin imarından bahsedelim:

İMAR DURUMU

Bundan 50-60 sene önce ve bundan asırlarca evvel şehrin hududu hiç değişmemiştir. Etrafı çepçevre mezarlıklarla kapalı, eski bir şehir manzarasındaydı. Garpte takriben İnhisarlar binası, Şarkta yeni okulun bulunduğu yer, Cenupte Şıhıcan ve Hastahanenin bulunduğu yer, Şimalde Sinler denilen mahalle ve Dabağhane idi. Yeni yapılan inşaat hep bu hudud dahilinde yapılır, şehirden dışarı yapı yapılmazdı. Yalnız Ermenilerin yaptığı ve sonradan Lise haline çevrilen binalarla bazı bağ evleri hariç.

Sokaklar dar ve birçok sokaklarda içinden masraf suları akan arıklar vardı. Evlerin mimarî tarzı Halep binaları taklidi idi. Eşiklik denilen bir methalden girilir, yüksek tavanlı odalar vardı. Avludan her odaya bir merdivenle çıkılırdı. Evlerin üzeri dam denilen kalın toprak tabakası ile örtülürdü. Kışın bu damlar loğ ile loğlanır ve çok yağmurlu zamanlarda odalara sular damlardı. Evin belâsı ve mutfağı avlunun bir tarafında bulunur, kış ve kıyamette, yağmur ve kar altında, sıcak odalardan helaya gitmek mecburiyeti vardı.

UMUMÎ DURUM

Evvelce söylediğim gibi sokaklar dar olup taş ve odun yüklü eşek sürüleri insanları oldukça rahatsız ederdi. Çarşılar çok iptidaî ve kirli idi. Kebapçı ve bakkal dükkanları sinek mahşeri idi. Yoğurt, çatı denilen külekle açıkta durur, üzerinde bir kepçe bulunur; yoğurt alan müşteriler boylu boyunca parmaklarını yoğurda batırarak yoğurdun tadına bakarlardı.

Belediye teşkilâtı çok zayıf olup, esnaf kontrolü hemen hemen yoktu. Belediyenin başlıca hizmeti içinde petrol lâmbaları bulunan fanuslarla sokakları güya tenvir etmekti.

Şehir suyu, evden eve geçer; gane denilen havuzların bir taraftan girip diğer tarafından komşunun evine geçerdi. Halk bu suyu çok pis kullanırdı. Ve bu sular birçok hastalıklara sirayet vasıtası olurdu. Şehir suyu garpten şarka aktığı için garp taraftaki sular biraz temiz olsa bile Şark tarafında bulunan evlerde bu su gayrî kabili istimal, çok kirli bir şekil alırdı.

HAYAT STANDARDI

İnsanların hayat standardı çok düşüktü. Yiyecek ve giyecek maddeleri ucuzdu, fakat para pahalı idi. Ailelerin yemek tarzı basit idi. Sinialtı denilen sehpaya sini kurulur, ortasına pilâv, kenarına da cıvık denilen sebze yemeği konulur, herkes ayni kaptan yemek yerdi. Giyecek kısmı dayanıklı ve uzun ömürlü idi, Senelerce dayanan kumaştan sako yani ceket ve muhtelif kumaşlardan entari giyilirdi. Kışın Sivas çorabı denilen alaca renkli çoraplar giyilir, bunun içinde lâpçın veya karçın denilen meşinden mamul kılıflar geçirilir ve bütün kış, bir sağlam kundura veya kenarı yırtılmış ve ya manmış ennebi yemeni giyilirdi. Teshin vasıtası tandır ve kömür mangalı idi. Nadir evlerde soba vardı.

SANAYİ HAYATI

Sanat ve esnaf meselesine gelince: mühim sanatlar Ermenilerin elinde idi. Kunduracılık, terzilik, kuyumculuk, demircilik, yapılık, sıvacılık, bakırcılık, semercilik Ermenilere mahsus sanatlardı. Marangozluk Türklerde idi. Bakkallık attarlık sınıfı Türklerde idi, Amele her iki millette bulunur yalnız Türkler daha çok reçberlik ederlerdi.

EĞİTİM

Eğitim meselesine gelince asırlarca evvel Ermeniler Antep’te çok geri imişler. Babam anlatırdı: Bir Türk çocuğu kirli ve pisli olunca ana ve baba o çocuğa ”bu ne kirlilik Ermeni çocuğuna benzedin,, derlermiş. Bilâhare Ermeniler aydınlanınca bunun aksi oldu. Bir Ermeni çocuğu kirli olunca anaları ”bu ne hâl dacik çocuğuna döndün,, derlerdi. Amerikan misyonerlerinin irşat ve delâleti ile Ermeniler çok aydınlandı ve bizi çok geride bıraktılar. Misyonerler Amerikan Kız ve Erkek Kolejini açmışlar ve Ermenilerle doldurmuşlardı. Ermeniler bu kolejlerden çok istifade etmişler ve kültürlü insanlar yetiştirmişlerdir. Bu aydınlanma, Ermenilerin sanat ve ticaret hayatına tesir etti. Ermeni milleti şehrin ticarî ve İktisadî hayatına hakim oldu.

(Hatta bu konuda bir lâtife söylerler: Ermenilerin lüzumu kadar aydınlandığına inanan bir Amerikalı misyoner, onlara hitaben “artık eşeklendiniz, semerler meydanda” demiş. Bununla artık ışıklandınız, semerleri meydanda demek istemiş.)

Bizim bir Rüştiye, üç dört iptidai mektebe karşı Ermenilerin daha çok sayıda ilk mektepleri vardı. Orta tahsili zaten Amerikalı kollejinde yaparlardı.

Koleje mukabil bizde Ortaçağ ilmini tedris eden medreseler vardı. Bu medreselerin tahsil şekli çok köhne usullardan ibaretti. Askerlikten kurtulmak için başına bir dolam sarık saran gençler senelerce “Gale ye yolu,, deyip Arapçaya çalışır ve hiçbirşey öğrenemezlerdi. Türklerde Orta ve yüksek tahsil devresi çok sonra başladı. 50-60 sene evvel yüksek tahsil yapmak için İstanbula gitmek bir kaç aile çocuklarına nasibolmuştu.

Şehrin o zamanki geriliğine rağmen çok iyi bir ciheti vardı. Şehirde sükûn ve asayiş vardı. Zabıta vakası çok az olur, yaralama ve öldürme pek nadir görülürdü. Memleketin zabıtasını birkaç köhne jandarma, bir polis idare ederdi.

Birinci Dünya harbi ve Antep-Fransız harbinden sonra pisikolojik veya idari sebeblerden dolayı insanların huyu değişti kanıksadı en adi sebeblerle birbirini vurup öldürmeye başladılar. Bir aylık zabıta vakası o zamanlarda on senede görülmezdi. Bu zabıta vakalarının azlığına rağmen o zamanlar da aile tarafgirliği vardı. Efendiler birbirinin ayıbını arar ve yüksek makamlara birbirilerinin aleyhlerine lâyiha yazarlardı.

TEBABET

O zamanların tıbbî durumunu yerli bir mecmuada yazmıştım. Birkaç kelime ile tekrar anlatayım. Bizim zamanımızdan evvel tebabet mutatabbiblerin yani doktor olmadığı halde doktorluk edenlerin elinde imiş. Yeşil Hekim, Çerkezoğlu ve buna benzer muhatabbibler şehrin hastalarını tedavi ederlermiş. Çerkezoğlu cerrah imiş. Bunlar bu kuşaklarının arasında yerleştirdikleri tozlar ve devalarla halkı tedavi ederlermiş Benim çocukluğumda birkaç Ermeni mutatabbib vardı. Artin hekim, Toros hekim Maryamın oğlu, Şitilin oğlu gibi. Toros hekim hastalara gider, yolda rastladığı hastaların derdini dinler, hemen orada birkaç kuruş alıp cebine indirir, hastaya “bir kanne alda dükkâna gel” der dükkânında şişeye mahiyeti meçhul ilâcı kor, Balıklı kastelinde üstünü tamamlatırdı.

İLK HASTAHANE

1875 sıralarında Amerikan Hastahanesi tesis edilmiş ve şehirde fenni tebabet başlamıştı.

(Devam Edecek)