Sayın dinleyenlerim

Radyomuzun kurulması üzerine, her hafta aralıksız sunduğum (Bu şehrin Hikayesi) adlı konuşmayı, yedi ay sürdürdükten sonra bazı nedenlerle bırakmıştım. Radyo yönetiminde yapılan değişiklikler, yeni idareci arkadaşlarımın samimi istekleri, bir bölüm dinleyicilerimin iltifat dolu teşvikleri üzerine şimdilik 15 günde bir olmak üzere yine karşınıza çıkıyorum.

İlk dönem konuşmalarıma Gaziantep Vadisi’nin tarih tüten tepesi Dülük Baba ile başlamıştım. Bu ikinci dönem konuşmalarıma de, şehir içinde geçmiş yılların ünlü bir hatırası, rahmetli edip İsmail Habib Sevük’ün deyimi ile (Maziden Bir Tat) olan kale ile başlıyorum.

Bir yerin tarih ve folklörü oranın geçmişiyle olan bir bağlantı unsuru, abideler ise bunun maddi perçimleridir. İşte, kalemiz de böyledir. Bir an için dolmuş hendekleri, yıkık mazgalları, bir yanı uçmuş burçları ile beni koruyun! Diye haykıran kaleyi ortadan kaldırın, şehrin en enterasan bir yanını kayybeder.

Sayın Dinliyenlerim! Bir çok eski eser ve abideler için olduğu gibi, kalemizin de geçmişi bir takım efsanelerle çerçevlenenmiş bulunmaktadır. İşte bu konuşmamda size kalenin geçmişine ait bu efsanevi hikayelerden bir kaçını anlatmağa çalışacağım.

Hikayelerden bir tanesi kalemizin doğumuna, kuruluşuna aittir.

Bundan yüz yıllar öncesi Gaziantep şehrinin bulduğu bölge (Ayi) adında genç ve çok güzel bir kızın hükmünde imiş. O vakitki ortam tabii şimdikinden çok farklıymış. Alleben dolu dolu köpüre köpüre çağlar, derenin geçtiği vadi çeşitli bahçelerle, vadiyi çerçeveleyen tepeler ormanlarla kaplıymış. Güzel Ayni bahar günü dere kenarında dolaşırken sağ kıyısında, (Kudret Kayası) adı verilen yayvan ve geniş bir kayanın üzerine çıkmış; dört yanındaki tabiat güzelliklerini temasa ederken, bu kayanın üstüne bir kale yaptırmağa düşünmüş ve hemen karar vermis. Yapım masraflarını karşılamak üzere çok kıymetli bir yüzüğünü satırmış. İnşaat başlamış. Haylide ilerlemiş. Bu sırada bir gün bir gurup adamın başları öne eyik, üzgün ve sessiz ağır ağır geçtiklerini görerek bunların neci olduklarını sormuş. Kalabalığın cenaze alayı bulunduğunu öğrenmiş. O zamana kadar dünyadan ebediyen ayrılış demek olan ölüm hakkında hiçbir fikri bulunmayan Ayni, bu kaçınılmaz sonucun er geç kendi kapısını da çalacağını anlamış; an bir üzüntüye kapılarak yapımı durdurmuş.

Hikayelerden biri de, Şehreküstü adıyla ilgilenir.

Kalenin çok zalim bir beyi varmış. Beyin genç, yiğit, uyanık fikirli oğlu babasının bu halini hoş görmez, sırası düştükçe tutumunun yanlışlığını yüzüne karşı söylemekten çekinmezmiş. Yavaş yavaş aralarında tartışmalar başlamış. Zamanla tartışmalar çatışmalar halini almış. Babasına tahammül edemeyen delikanlı kaleden ayrılmak zorunda kalmış. Başına topladığı kimselerle şimdi Şehreküstü’nün bulunduğu tarafta karargâh kurarak mücadelesine buradan devam etmiş Kaleden ve şehirden ayrılıp bu yerde oturduğu için önce hareketine, sonra oturduğu mahallin adına Şehreküstü denmiş.

Başka bir hikâye de Gaziantep’in ikinci İslâm Halifesi Hazreti Ömer tarafından fethine ilişkindir. Manzum ve yazılı olduğundan buna İslâmi etkilerin doğurduğu bir destan demek yanlış olmaz.

Hikâyede Antep’in adı (Anter)’dir. Havası, suyu iyi, mevsimlerin hakkıyla hükümlerini yürüttüğü, çevresi meyveli ve meyvesiz ağaçlarla kaplı, dört yanından sular çağlayan bu elin (Ayni) adında puta tapan, dünya güzeli bir ecesi varmış. Bir gün Hz. Ömer Anter’in methini duymuş. Ahalisi putperest olan bu güzel yurdu İslâm memleketleri arasına katmaya karar vermiş. Hz. Peygamberin damadı dördüncü halife Hz. Ali’nin baş kumandan olduğu ordusuyla birlikte Anter diyarı sınırlarına dayanmış. Bölgenin güzel ecesi Ayni’ye müslüman olması için haber yollamış. İsteği reddedilmiş. Ayni’nin amcası oğlu Anter’in kumanda ettiği Putperest ordusuyle islâm mücahitleri ile çetin savaşlar yapmış. Başarı İslam Ordusunda kalmış. Sonuçda Ayni ve çevre halkı Müslümanlığı kabul eylemiş. Ömeriye Camii de ta o zaman yapılmış.

Sayın Dinliyenlerim! Birinci hikâyede olduğu gibi bunda da kale ve şehrin ecesinin adı Ayni’dir. Güney köylerimizde halâ bu adı taşıyan kadın ve kızlara rastlamaktayız: Bu hali yalnız kelimenin Arapca oluşu ve Araplarla komşu bulunuşumuzla izah etmek doğru değildir. Geçmiş yüz yıllarda süzülüp gelen geleneksel bir adeti göz önünde tutmak gerektir. Her efsanede az da olsa bir gerçek pay vardır. Hikâyelerde geçen ve halen çevrede bulunan Ayni adlariyle Antep adının eski yazılış ve söylenişindeki ayın arasında bir ilişki sezmemenin imkânı yoktur.

Aziz Dinliyenleriml Fetih destanında, asıl dikkatimizi çeken sözcük Anter’dir. Biliyoruz ki, Anter Türkmenlerin Bozuluş boyuna bağlı Urfa, Mardin ve Diyarbakır taraflarına dağılmış bir oymağın adıdır. Türkmenler de göç eyledikleri yeni yurtlarına, eski memleketlerinin oymak beylerinin, oymaklarının adlarını vermek âdettir. Sözcüğü bu açıdan düşünürsek bize ta eski Türk yurtlarından sesler getirir. Hoşça kalın muhterem dinliyenlerim.

(Gaziantep Radyosu)