Dışardan gelip de, Gazianteb'in çarşı ve pazarlarını, sanayi bölgelerini, hatta sokak aralarını dolaşanların verdikleri ilk hüküm ve edindikleri ilk kanaat, halkımızın çok çalışken olduğudur. Çeşitli sanat kolları, iş alanları, ilk bakışta bir şey yetişmez sanılan kayalık ve boz sırtlardan fışkıran fıstık zeytin ve bağlar; Şehirlimiz ve köylümüzün nasıl arı gibi karınca gibi çalıştığını göstermeğe yeter. Şehrimizdeki çeşitli sanat mahsullerini görenler, Fırat'ın iki tarafında uzanan asfalt boyundaki arazinin işlenmiş durumunu mukayese edenler, Gaziantep'te nasıl büyük bir yapıcı ve yaratıcı gücün toplandığını hemen anlamakta ve sırası gelince belirtmektedirler. Bu hal kadınlarda da görülür. Hiçbirşey yapmasa, fıstık çıtlatır. Masıra sarar, hastahane işi denilen Gaziantep el işleriyle uğraşır, kazanmaya çalışır.

İşte bu çalışma gücüdür ki, Gaziantep çevresini bayındır yapmış, Türk Yurdunun en kalabalık köşelerinden biri haline getirmiştir. Bazı temelli problemleri halledildiği gün, Gaziantep hiç kimsenin ummadığı olağanüstü bir büyüme ve gelişme örneği olarak ortaya çıkacaktır.

Bazı sosyoloğlar, şehir ve ülkelerde ki uygarlık ve büyük gelişmeleri o şehir ve o ülkenin eğlence hayatına, önemli bir vakit ayırmış olması ile ilgili bulurlar. İşte Gaziantep bu fikri ispatlıyan en iyi örnektir. Burada görülen çalışkanlığın, halkın ruhuna yaratıcılık, bileğine kuvvet ve marifet katan eğlence hayatıyla yakın bir bağı vardır. Eğlenenlerin ruhlarına vücutlarına şevk ve enerji geliyor. Yapıcı, yaratıcı ve ilerleyici bir hamla gücü kazanıyorlar. Gaziantep'te eğlence hayatının büyük bir safhasını sahre dediğimiz, kırlara, köylere yapılan yemekli geziler teşkil eder. Bunların içinde içkilileri bulunduğu gibi; çok büyük bir kısmı da, özellikle kadın sahrelerinin hepsi içkisizdir. Gaziantepli sahre yapmak için vesileler icat etmiştir. Dini ve beşeri bir çok sahreye gitme adetlerinin teşekkülünde bu icat kabiliyetinin payı vardır.

Her yerde kır gezintileri, çok vakit yaz ve güz aylarında olur. Fakat Gaziantepli başka yerlerden farklı olarak, kış günü bile sahreye gitmek için sebepler yaratmıştır. Bunun için şehrin belli başlı mesire yerleri ve köyleri mevsimlere göre bir sıraya konmuştur. Kış sonu veya ilk baharın başlangıcında, inek ve koyunların doğurup, süt ve kaymakların bollaşması bile, sahre vesilesi yapılmıştır.

Bu mevsimde kadınlar süt içme ve kaymak yeme bahanesiyle, bu işlerle uğraşanların evleri yakınındaki bostanlara giderler. Ve ya süt ve kaymaklarını oraya getirirler.

Şimdi sonbaharın ortasındayız. Bu mevsimdeki sahreye yeni terimle pikniğe Gaziantepliler (Gazel tepeleme) derler.

Gazel’in çeşitli anlamlardan birisi de sonbaharda ağaçlardan yere düşen, tam veya yarı sararmış yaprak demektir. Yazın kırlarda çeşitli böceklerin, keIebeklerin kuşların uçuşlarına karşılık güzün ilerlemiş günlerinde rüzgarlarla ağaçlardan kopan ve daha önceden yere düşmüş bulunan yapraklar savrulur.

Gerçi bu manzara bağların ve bahçelerin sararmış rengi insana hüzün verir. Amma bu hüzünde şairane bir tad vardır. İnsanın hayal ve hislerini harekete getirir. Bu bakımdan (Gazel tepeleme) sonbahar sahrelerinin insanı en içlendirenidir. Gazel tepelemeye gidilecek yerin, ağaçlı olması, birleşik kelimenin kendisinde gizlidir. Bu sahrelerin zevki, şüphesiz bol ağaçlı yerlerde çıkarılır. Gaziantep'te bu bakımdan akla ilk gelen ve en uygun yer kavaklıktır. Yaz günlerinin kavaklığını hatırlıyarak, bu yeri cılız bir dere, biraz ağaç ve çimenlik diye basitleştirmeğe çalışan kişiler, eğer bir de sonbaharda eski kanatlerini değiştirirler.

Gözlerimizi yumarak hayâl âlemine dalalım Maanoğlu köprüsünün yanından Kavaklığa girelim, önümüzdeki levha şudur: Yolun üzerinde tabii bir tünel yaparak uzanan ağaçların yarıdan fazla yaprakları dökülmüştür. Dalların üzerinde kalanlar sanki son nefesini vermek üzere olan, hasta birer yarattık gibidirler. Henüz yeşilliğini muhafaza eden, adalarda yollarda şuradan buradan uçmuş ve yarı sararmış, yarı çürümüş yapraklar görülmektedir. Yürüdüğümüz yerde ayaklarımızın yola dökülen yapraklara çarpmasından, dağılmasında düzenli bir hışırtı çıkmaktadır. Bazan, telaşlı bir rüzgârın bu yapraklara başımıza savurduğu olur.

İşte tam bu sırada şakrak bir kahkaha, radyodan yükselen şen bir hava bizi daldığımız kasavetten tutup çıkarır. Tabiattaki bu hüzne karşılık, çayırlara seccadelerini serenler veya masalarının etrafını çevirenler, tam bir neş’e çalkantısı içindedirler. Erkek çocuklar koşuyor, kızlar kendir sekiyor, büyükler ya derin bir sohbet içinde iş başında. Yanlarında çıt çıt mangallar yanıyor, tencereler kaynıyor kebaplar tütüyor, yumruklar köfte leyençelerinin için de dönüyor, küme küme sıralananlar, aşağı yukarı aynı ortamın içindedirler. Bir haftanın veya günün yorgunluğunu çıkarmak için kendilerini keyfin denizine salmışlar. Sonbaharın kasvet yayan rengi bunların yanına hiç uğramamış. Gerçekten gazel tepeliyorlar. Yani mevsimin sarı yaprakları halinde cisimleşen hüzününü ayaklarının altında çiğniyerek eğleniyorlar gülüyorlar.