Gaziantep’te Osmaniı devrinde yapılmış, daha önce yapılarak sonradan onarım görmüş yüzden fazla Camii ve Mescidimizin varlığı bilinmektedir.

Kimileri var ki; kurucularının kişilikleri, mimarisindeki ilginçlik, üzerinde topladığı mistik ve ibretli söylentilerle, tapınak olmalarından ayrı birer önem taşımaktadırlar. Buna örnek olarak Boyacı, Alinacar, Handan Bey, Ayşebacı, Eyyupoğlu, Şeyh Fetullah, Ömeriye, Mevlevihane Camiileri söylenilebilir.

Bu ünlü Camiiler yalnız birer mabet değil, yapılışlarına ilişkin hikâyelerle Gaziantap folklorünün renkli birer yaprağıdırlar.

Halkın Tekke Camii, dediği Mevlevihane Camii ise çeşitli yönlerden daha ayrı bir önem taşır.

Bu ara okul olarak kullanılan mevlevihane ve bitişiğindeki Camii, 17’ci yüz yılda Antep Sancak Beyliği yapan Yusuf oğlu Türkmen Mustafa Ağa tarafından yaptırılarak 4’cü Sultan Murad’ ın silahtarı Mustafa Paşaya bağışlanmıştır.

Mustafa Ağa, Camii, Tekke, Semahane ile Tekkenin başında bulunan kimselerin ve mevlevi dervişlerinin ikametleri için ev ve hücreler yaptırdıktan sonra, bu tesislerin masraflarını karşılamak üzere 20 odalı birhan, 20 dükkân ve kappen denilen ber el kantarı bırakmış, bu akarın idaresini, kullanılmasına, yararlanılmasını gösteren şartlarla bir vakfiye düzenlenmişter. Bu şartlar hemen hemen bütün vakfiyelerde yer almıştır. Ama Mustafa Ağa, öbür vakıf kurucularından ayrı bir şart daha konmuştur.

Bu minarelerden gelen ezan seslerine kulak verdiğimiz zaman, Mustafa Ağanın ne kadar uzak görüşlü ve zevk sahibi bir adam olduğunu anlıyor, onu takdir ediyoruz. Kutlama duygularımı harekete getiren bu şart nedir biliyormusunuz?

Mustafa Ağa 1640 tarihini taşıyan vakfiyesinde diyor ki: «Kurduğum ve gelecek çağlarda yaşaması için gelir getiren mal bıraktığım Camiide ve minaresinden Tanrının birliğini ilân eden müezzinler, güzel sesliler arasından seçilsin.”

Mustafa ağanın, hiçbir Camii kurucusu tarafından düşünülmemiş bulunan şartı, gerçekten önemlidir. Bu koşul onun yalnız müzik zevkine sahip bir kimse değil, aynı zamanda halk piskolojisini de bilen aydın bir kişi olduğunu göstermektedir.

Mustafa Ağanın kurduğu eserin bir özelliği de Camii ve tekkenin yanında yaptırdığı bahçe ve havuzdur.

Mevlevihane ve Camii kurulduktan sonra Gaziantep’i ziyaret eden ünlü Türk Gezgini Evliya Çelebi kendine özgü o hoş uslubiyle Havuz ve bahçeyi öve öve bitiremiyor. Evliya Çelebi diyor ki?

“Büyük havuz üzerindeki kameriyeden sarkan üzüm salkımları avize gibi ziyaret vermektedir. Bunu çerçeveliyen cennet örneği bahçenin ağaçlı ve gölgeli yollarında ve iki yanındaki çicekler ve çeşitli bitkilerin güzel kokuları insanın beynine yayılır. Eski günlerde, neyzenlerin nağmeleri kuş seslerine karışır, dinliyenlere taze can verirmiş. Mevlevihane ve Camii yapılmazdan 400 yıl önce Mevlâna tarafından tarih düşürülmüştür.

Gerçekte mesnevinin:

“Dinle neyden kim hikâye etmede” diye başlayan ilk mısraı, mevlevîhane camii kitabesinin son ve tarih mısrasıdır. Kitabe camiin yapılış tarihinin daha önce Mevlâna tarafından söylendiğine işaret edilmektedir.

Mevlevihane ve caminin han ve dükkanları 1900 yılında çıkan büyük Arasa yangınında baştan başa kül olmuş. O tarihte mütevelli bulunan şeyh Ahmet Münip Efendi Camii ve dükkanları kendi parasıyla yeni baştan yaptırdıktan sonra ek bir vakıf kurarak Mustafa Ağa gibi Camii ve Mevlevihaneye tahsis etmiş, böylece eserin ikinci yaşatıcısı olmuştur.