Öldü, Gömüldü, Tevhidi çekildi. Mevlidi okundu. CHP liler ve arkadaşları tarafından kaç defa mezarı ziyaret edildi. Fakat içimizdeki hatıraları o kadar çok o kadar canlı ki... Onu hala sağ sanıyoruz. Bu ruh haleti daha sürecektirde.

Her nefes ölümü tadacağına göre ölenler için en kötü sonuç unutulmaktır. Büyük kaybımız Enver Koçak bu yönden bahtiyarlardan sayılır. Çünkü anılmasına vesile veren öyle olaylar, öyle konular var ki hatıralarını daima canlı ve yeni tutmağa yetişir.

Bir kaç gün önce Karaçomak köyünde sofra başına oturan kalabalık bir avcı grubu ellerini masaya uzatmadan ayağa kalktılar, bir kısmı suma duruşu yaptı. Bir kısmı fatiha okudu. Hepisi de sevgiyle, saygıyla, rahmelte fakat gözleri dolu dolu onu andılar. Sofra zaman zaman onun aziz hatıralarını anlatmakla, her anlatışda gönüller bulanıp, çalkalanmakla geçti.

O sağ olaydı, Cumhuriyet tatilini boşa mı geçirirdi. Yalnız milli bayramlar da değil, dini bayram tatillerinde de böyleydi. Birinci günü sabahleyin Adliye’ye gider, Hakim, kâtib ve meslek arkadaşlarıyla, öğleden sonra bazı yakın dost ve akrabaları ile bayramlaşır; ikinci gün ayni maksatla CHP merkezine, öğleden sonra da Dehebi köyündeki kardeşlerine giderdi. Ertesi günü ava çıkar, akşamları masa başına oturur, davullar döğülür, halaylar çekilir, sazlar çalınır, türküler söylenirdi. Bazı av partilerinde olduğu gibi bayram tatilleri münasebeti ile tertiplediği bu gezilerin bir çoğuna beni de davet ederdi. Hey gidi günler heyyy...

Suriye’de vurulup öldürülen Ceggeli Hüseyin Ağa adında bir Türkmen yiğidi için söylenir, ezgili bir ağıtta şöyle bir cümle var:

“Ölüm sana yakışmıyor...”

Ölümünden bu yana onu ne zaman düşünsem aklıma hep bu sözler geliyor.

Hareketten sükûnete, maddi varlıktan yokluğa geçiş demek olan ölüm, esasında kimseye yakıştırılmaz ama, Enver Koçak gibi bütün ömrü hareketli geçen bir adama hiç yakıştırılmaz.

Daha pek genç bir delikanlı iken iyi bir binici olduğu söylenir. Oku! Sırasında sayılı sporcular arasına girdi. İyi ve temiz bir futbol oynardı. Öğrencilik çağı kapandıktan sonra çocukluğundan beri hevesli olduğu av sporunda karar kıldı. Bundan ötürü mesleki işlerinden boş kalan günlerini at sırtında veya yürümekle geçirirdi.

Bölgede tırmanmadığı dağ, tepe, yamaç, taramadığı vadi ve ova, başına oturmadiği pınar kalmamıştır denebilir. Evet ölüm sana hiç yakışmıyor. Enver Koçak!..

Son yıllarında otomobil kullanmağa heves etti. Bu arzusunu da yerine getirdi. Ölüm olayının ceryan şeklini işittiğimiz zaman “keşke kendi otomobili ile gitseydi. Keşke o gün bir süre geçtiği direksiyondan ayrılmasaydı,, deyip durduk. Çünkü bütün işlerinde de olduğu gibi direksiyonda da çok temkinli ve dikkatli idi. Kaza ve kadere inanmış bir kimse olmakla beraber yukarı ki sözü tekrarlamaktan kendin izi alamıyoruz.

Ağır ceza mahkemesinin kalemine ve duruşma salonuna giren Enver’i hatırlamak demektir. O Gaziantep ceza mahl e nelerinde şimdiye kadar gelmiş, geçmiş ve meecut Avukatlar içinde en başarılılarından birisi idi. Bu durumunu, aldığı davayı iyi seçmesine, benimsemesine, ciddi ve düzenli çalışmasına borçlu idi. Ölümü ile yalnız yavrularını hayat ve gönül yoldaşını, kardeş ve akrabalarını değil, cezaevlerinin yüksek duvarları arkasında kurtuluşunu önce Tanrıya, sonra onun güçlü savunmalarına bağlayan bahtı karaları da öksüz bıraktı.

Enver Koçak’a dıştan bakılınca pek dindar bir odam değilmiş gibi görünür. Halbuki o gerçek bir Müslümandı. Dinî geleneklere bağlı idi. İçi iman nuruyla doluydu. Ramazan gelince içkiyi bırakır; oruç’unu sağlam tutar, dinî vecibeleri yerine getirmeye çalışırdı.

Bir gün adamın birisi dine imana küfretmişti. Önce köpürdü, bağırıp, çağırdı. Adamı azarladı. Sonra yanına çağırarak yaptığı hareketin günahlığını bu günahın ağırlığını, başarılı bir vaiz kudretiyle ona anlattı. Böyle küfür etmemesini telkin etti.

Rahmetlinin belki en yakınları tarafından bile bilinmiyen bir yanı var. Onu Gaziantep’in ilk folklorcularından sayabiliriz. Sosyal ilimler dalında yer alan folklor araştırmalarının önemini, konu henüz Gaziantep’de bir çoklarının meçhulu olduğu bir zamanda kayrayarak “Enver Sadık’’ imzası ile bu yoldaki çalışmalarının mahsulünü Eminönü halkevi dergisi olan “Halk Bilgisi’’ haberlerinde yayınlamıştır.

Babamdan dinlediğim babası Koç Sadık’a ait enteresan bin anıyı nakletmekten kendimi alamıyorum.

Sadık efendi İstanbula gider. Traş olmak üzere bir berber’e girer. Berber tanımadığı bu yabancı heybetli adamı süzdükten sonra birazda kılığının İstanbula uymasından ötürü ona:

Ağam burada tıraş bir çeyrektir. (Beş kuruş)

Koç Sadık pekey der. Traş biter bir çeyrek ustaya uzatdıktan sonra çırağa döner, bir mecideye (Yirmi kuruş) ona verir. Berber bu yeni müşterinin nasıl adam olduğunu anlar ama iş işten geçer.

İşte Enver Koçak böyle de bir babanın oğlu idi.

(4.11.962 Sabah)