Çocukluğumuzdaki kışlarla şimdikini mukayese ediyorumda iklimimizin değiştiğine hükmetmekten kendimi alamıyorum.

Bundan 30-40 sene önce kar yağmağa başladımı hemen 30-40 santimi bulur, günlerce yerde kalırdı. Sokaklarımızda göğüs boyu kar yarmalarının arasından geçerdik. Avlunun karlarını çörtenlerin altına yığar, ancak bu suretle erimesine çalışırdık. Saçaklardan bilek kalınlığında buzlar sarkar, bazı muzipliklere, kazalara sebebiyet verirdi. Bir kış günü çörtenin donması ile bir türlü erimeyen karları ocaklıktaki kuyuya doldurmağa kalkmış, nenemden iyi bir azar yemiştim.

Bu zorlu kışlar ne oldu? Şubatın içindeyiz her yer günlük güneşlik, yağış yok.

Yine 30-40 sene önce pınarlarımız derelerimiz şimdiki gibimi idi? O zamanlar Kavaklık suyunun ve bunun bir devamı olan Allebenin kıyıları adetâ birer pilaj vazifesi görürdü. Gürül gürül akan Alleben deresinde taksiler ve kamyonlar yıkanırdı. Artık bu namlı deremizin sağlı sollu bir çok pınarlarla beslenmesine rağmen eskisinin üçte biri kadar bile suyu yoktur.

Ne oldu bu pınarlarımızın ve deremizin sularına?

Ya o yaz günleri bastıran bunaltıcı sıcaklar. Çeyrek asır evvelki ile şimdiki yazlar arasında da büyük farklar var.

Ne oldu bu memlekete? Bu Çöllüğe doğru gidişin sebebi nedir? İddia edildiği gibi atom bombası denemeleri dünyanın genel iklim şartları üzerinde tesirmi etti?

Eğer bu değişiklik şu beş on sene içerisinde olsa idi bu soruya evet cevabını verecektik. Fakat her yıl biraz daha artmak üzere seneden seneye karsızlığa, yağmursuzluğa doğru gittiğimizi, yavaş yavaş kurak bir iklimin hüküm sürmeye başladığını fark ediyoruz.

Kaynaklar kuruyor yahut sular azalıyor. Dereler cılızlaşıyor bahar vakti dağlar daha çabuk esmerleşiyor. Vadiler tez sararıyor. Yaz günleri şehir ve köylerde sususluk başlı başına bir dert halini alıyor. Bu halleri düşünerek aklımıza Orta Asyanın çölleşmesine dair korkunç hikâyeler geliyor. Bu sebeble tedricî olarak gelip yerleşmeye başlayan bu manzarayı bir kaç atom bombasının tesirine yaymaya imkan göremiyoruz.

Bunun sebebi günden güne ormanlarımızın azalmasıdır. Kendi elimizle memleketimizi çöllüğe doğru götürüyoruz.

Yaşlılardan çok dinledik, daha seksen yüz sene önce Türktepe, Dülük Baba dağının kuzey sırtları ağaçlarla örtülüdür. Başpınardan, Bedirköyünden, üç Tuttan sonra arazi ormanlarla kaplıdır. Uzaklara gitmeye lüzum yoktur. Karadağın, bazı aralıklar bir tarafa Maraş’a kadar şosenin iki tarafının ormanlık olduğunu bende hatırlıyorum. Şimdi bu saydığım yerler ya fundalıktır yahut çıplaktır. Kudurmuşcasına bir Orman kesimi hatta köklerinin sökümü devam ediyor.

Orman katliamından tabir caizse bir kaç devre vardır. İlkin yalnız, ağaçlar kesilir koca orman fundalık haline gelir bir müddet böyle devam eder, bundan sonra kök sökümü başlar nihayet erazi bu tabii örtülerinden soyunur. Ormanlarda barınan hayvanlar kaybolur, Pınarları kurur, ortada esen bir taş ve toprak yığını kalır, zamanla toprağıda çekilip gider.

Yapılan büyük müsamahalar, Ziraat bankasının hatıra gönüle kapılarak açtığı esaslı tetkiklere girmeden erazi üzerine krediler hususunu mülkiyete dahil edilmek üzere Orman kesimi ve fundalıkların imhası hızlandırmıştır.

Çöllüğe doğru gidişimizin tek sebebi ormanlarımızın yok olmasıdır. Bu halin ileride milletçe zararını göreceğiz.

Ormanlar ve ileride orman olması mümkün bazı fundalıkları nasıl korumalıyız?

Bana kalırsa şimdiye kadar tutageldiğimiz gibi bu işi münhasıran ceza tehdidi ile halletmeye çalışmak çıkmaz bir yoldur. Bu tedbir akışı ile zararlık veren bir derenin Önüne sadece set yapmak gibi bir harekettir. Nasıl set yapılınca dere sağından solundan taşar yine hedefe doğru ve ayni zararlıkla ilerlerse, ceza müeyyideleri ile ormanı korumakta böyledir.

Aspirin romatizma ağrılarını belki geçici olarak giderir fakat şifa vermez hastalığa esaslı deva bulmak lâzımdır. Orman kesiminin, kök sökümünün, neden önüne geçemiyoruz? Bunu iki yönden mütalâa etmek lazımdır. Birisi kesenler ve sökenler, diğeri bu işlemlerin mahsüllerini kullananlar yönünden.

Orman mıntıkasında oturan köylüler geçimlerini sağlamak için odun kesmeye ve kömür yakmağa mecburdurlar, buna mani olmak için orman bölgesindeki köyleri kaldırıp sakinlerini başka yerlere iskan etmek ve topraklandırmak lazımdır. Cerit mıntıkası odun, kömür satmazsa acıdan ölmeğe mahkumdur. Ölmemek için kanuni müeyyidelerden sıyrılma çarelerini arayacaktır.

Köylü odun ve kömür getirmese bile şehir ve kasabalarda buna ihtiyacı olanlar onları teşvik edecek hatta zorlayacaklardır. Çünkü bu ikinci kısım da hayati zaruretlerle karşı karşıyadırlar. Yemek pişirmek, ısıtmak ve ısınmak için odun ve kömüre muhtaçtır. Bu ihtiyaçların şevki ile orman kesenlere, kök sökenlere yardım etmektedirler.

İhtiyaç sahiplerini başka taraflara çevirmek ucuz elektrik ve akaryakıt temin etmek lâzımdır.

Elektirik enerjisinden memleket çapında istifade zamana ve yatırımlara muhtaçtır. Akaryakıttan faydalanmak için hükümetin bu madde üzerindeki her türlü vergi ve resimleri en az hadde indirmesi gerektir. Evlerimizde gazocağı ile yemek pişirmek gaz ve mazot sobaları ile ısınmak günden güne revaç bulmaktadır. Akaryakıt üzerindeki vergi ve resimler azalır, hatta büsbütün kaldırılırsa odun ve kömür istihlâkine çok büyük tesir yapar.

Ormanlarımızı korumak düşmana karşı vatanı muhafaza etmek kadar mühim bir yurt vazifesidir. Bu gidiş durdurulmazsa gelecek nesillere memleketi çöl olarak teslim edeceğiz.

Cemil Cahit GÜZELBEY