Gaziantep'ten bahseden bütün yazarlar, onu çeşitli yönlerden övegelmiş terdir. Kimisi havasını, suyunu, bağlarmı, bahçelerini, kimisi üzümünü, fıstığını, ticari değerini, kimisi de gariplere karşı dostluk ve yiğitliğini metlh eylemişlerdir.

Gaziantebin bu övülen vasıfların dan birisi de önemli bir kültür merkezi oluşudur. Ortaçağda Küçük Buhara adını alması, bu bilim merkezliğinin tarihlere geçmiş delillerinden birisidir. Birisidir diyorum, çünkü bu sıfatın boşa verilmediğini gösteren başka deliller de vardır.

Düzinelerle medreseler, her devir de ayrı ayrı bilim dallarında yetişip seçkinleşmiş bir hayli Müdderris, telif ve tercüme edilmiş yüzlerce cilt kitap.

Bir zamanlar orta Asyanın, hatta dünyanın en büyük ilim yuvalarından biri olan Buhara’nın küçük bir benzeri bulunduğunu ifade eden yukarıki ad boşa takılmadığı gibi “burada bulunan ülemanın vefredi hiç bir diyarda yoktur” sözleri boşuna yazılmamıştır.

Ortaçağ ve Osmanlı devrinde sayısı yüzleri bulan camii ve mescitlerden bazıları birer okuldur. Bunlar daha ziyade ilk ve ortaokul derecesinde bilgi veren yerlerdi, medreseler ise derece derece lise, yüksek okul, hatta üniversite seviyesinde idiler.

Medreselerimizden kimileri şimdi orta ve yüksek dereceli okullarda olduğu gibi yatılı idi. Yatılı medreseleri kuranlar, öğrencilerin barınmalarını ve yiyip içmelerini sağlamak için bol gelir getiren akar, bağ, bahçe ve tarla bırakmış, bunu şeri mahkemeler huzuru ile tanzim ve tescil edilen birer vakfiye ile teminata bağlamışlardı.

Bu medreselerin yaşamaları için yalnızca kurucuları değil, başka kültürsever hemşerilerim de vakıf ve vasiyet yolile mal bırakmışlardır.

Bu yazıda, asıl belirtmek istediğim konu, bir zamanlar Dülükbaba'da ki medresenin gerçek bir üniversite niteliği taşımasıdır.

Bundan 35 yıl önce doksanını geçkin olarak ölen ve Gaziantebin ayaklı kütüphanesi denilen Nuri Elgin (Büyük Nuri bey) den nakledildiğine göre, Mayıs ayı başlayıp sıcaklar bastırınca Diyarbakır, Kayseri, Konya, Halep ve başka yerlerde birer bilim dalından büyük ün salmış müderrisler, bir gurup seçkin öğrencisi ile Antebe gelir, Dülükbabadaki medresede bir araya toplanır, öğrenci değiştirerek eğitim ve öğretime başlarlarmış. Örneğin Kilis’in Ortadoğu da şöhretli mantık hocası Dülüğe gelen öbür Şehir öğrencilerine kendi bilgisini verir, Konya’nın tasavvuf, Halebin fıkıh, Antebin Hadis profesörleri ayni şeyi yaparlarmış. Böylece buraya toplananlar medreselerüstü bir öğrenim ve öğretim yaparlarmış.

Bu hal bir nevi kurs gibi görünür se de her yıl yaz aylarında tekrarlanması tam bir üniversite mahiyeti vermektedir.

Sayın profesör Sadi Irmak, Gaziantebin eski bir kültür merkezi bulunduğunu, burada bir üniversite açılması gerektiğini beyhude ileri sürmemiştir.