Dergimizin 1962 Temmuz günlü 55’nci sayısında (Münif Paşa’nın Babası Abdünnafi efendi) başlıklı yazımda “Abdünnafi efendi de oğlu gibi âlim ve şairdir. Böyle olmasına rağmen yerli ve taşralı eserlerde hayat ve kişiliğinden bahsedene raslamadık.” dedikten sonra İbnilemin Mahmut Kemal beyin Münif Paşa’nın hal tercümesi münasebetiyle babasına dair satırları almış bir de Bağdatlı İsmail paşanın Keşfizünün’a zeyl olarak kaleme aldığı Hadiyatil Arifindeki kısa bilgiyi de aktarmıştım. Bu yazının yayınını takip eden günlerde merhumun divanı hakkında değerli bilgin Ömer Asım Aksoy’a yazdığım bir mektubun cevabından anladımki haksız bir atlama yapmışım. Sayın Aksoy benim “Yerli ve taşralı eserlerde hayat ve kişiliğinden bahsedene raslamadık.” diye kestirip atan cümlem dolayısıyle şu uyarışı yaptı:

“Abdünnafi efendi benim Hasırcıoğlu kitabında çok geçer. Kitabın sonundaki endekse bakarsanız Abdünnafi adının hangi sahifelerde geçtiğini göreceksiniz. Bu arada Hasırcıoğluna yazdığı methiyeyi de kitaba geçirmiştim. Ve divanı hakkında Fahri Bilgenin bana verdiği bilgiyi oraya kayıt etmiştim.”

Bu satırları okuduğum zaman nasıl bir gaf yaptığımı utanarak anladım. Halbuki mektupta geçen Hasırcıoğlu kitabı 1941’de yayınlandığı vakit hemen alıp okumuştum. Eser, kitaplığımda bulunmakta idi. Aradan yıllar geçtiği için nasılsa aklımdan çıkmış. Sayın Aksoy’un bu babaca uyarışı bana iyi bir ders oldu.

Hasırcıoğlu kitabının 20, 47, 49, 135, 137, 167, 168, 169, 182’nci sahifelerinde çeşitli vesilelerle Abdünnafi efendinin adı geçmektedir. Kitapta verilen bilgiden anlıyoruzki Hasırcıoğlu ile aralarında sıkı bir dostluk vardı. Eserin 168’nci sahifesinde şu bilgi bulunmaktadır:

“C) Abdünnafi Efendi

Münif paşa’nın babası Abdünnafi efendinin Mısırdan gönderdiği bir gazele Hasırcıoğlunun naziresi, ayrıca bu zata iki mektubu, Abdünnafi efendinin de Hasırcıoğlu hakkında bir methiyesi elde ettiğimiz vesikalardandır. Bahsettiğimiz mektupların birinden bir parçayı Hasırcıoğlu’nun hayatını anlatırken (Ağa) lakabının neden ileri geldiğine dair olan izahat arasında görmüştük. İkinci mektup ise (Mizahi yazıları) bahsinde geçti. Bu mektuplardan anlaşıldığına göre Ağa ile (Aynıtap hanedanı ulemasından Tâhir efendi zade Abdünnafi hoca) arasında laubalilik derecesini bulan bir hususiyet mevcuttur.

Abdünnafi efendinin Mısır’dan gönderdiğini bildirdiğimiz gazel, yine Mısırda bulunan şair Nihat bey tarafından tanzim edilerek her ikisi Aynıtap’a Hasırcıoğlu’na gönderilmiş; Ağa da bunlara birer nazire yazıp Mısır’a yollamıştır. Nafi efendi’nin gazeli:

Gözümden hâbı gaflet gitti bîdar(1) olduğum kaldı

Yıkıldı haneyi hatırda bi dar (2) olduğum kaldı

Matlâlıdır. Şair Nihat’ın naziresi:

Figanım yâre tesir etmedi zar olduğum kaldı

Görüştü gayrilerle ben giriftar olduğum kaldı

Matlâlidir. Hasırcıoğlu’nun bunlara naziresi ise:

O çâr ebru periye çarpılup zâr olduğum kaldı

Çevirdi dört yanım ağyar naçâr olduğum kaldı

Mâtlali ve:

Nihat, Anka tabiat Hafıza Nafi’hüma haslet

Hevayi pireîde ben de tayyar olduğum kaldı

Maktâlıdır. Her üç gazelin tamamını, tertip ettiğimiz yazma Gaziantep Halkevi nüshasına geçirmiş bulunuyoruz.

Abdülnafi Efendi’nin Ağa hakkındaki methiyesi de şudur:

Ayıntabın kim Hasırcı Zade âlülâlıdir

Olmasa ol şehr içinde sanki beyti halidir.

Hatırı Mîr-ü geda yeksandır yanında hep

Bu tevazu pişedir kim keyfinin abdalıdır.

Boş gezenlerden sanur anı görenler sureta

Kalbi pâki ilm-ü irfan ile anın malıdır.

Kim yapar bir ev yeri, der: Buriyayı mîkünem

Eylemek anı müşerref makdemi ikbalidir.

Vasfı pâkini ne hacettir ki tafsil eylemek

Hüsnü hulku defteri dîvanının icmalidir.

Gerçi bir mürgü şikeste bâl veş eyler hiram

İstikamet üzre olmak kâri mafilbalidir.

Herkesin demhanesini ruşen eyler gün gibi

Makdemi pâki o zatın vakti ferruhfalidir.

Öyle alçaktırki gönlü kimseyi pest anlamaz

Nafia dehrin bugün ol merdi âlülâlidir.

Abdülnafi Efendi’nin bu methiyesi ile Mısır’dan gönderdiği gazeli ve şair Nihad’ın naziresini bana şimdi Kayseri Ziraat bankası müdürü olan Bay Fahri Bilge göndermiştir. Bu zatın hususi kütüphanesinde Abdülnafi efendi’nin bir divanı vardır. Ricam üzerine mektupla verdiği izahata göre Nafi efendi’nin kendi eliyle yazmış olduğu bu 374 sahifelik divanın başka nüshası yoktur. Harbiye nezareti mektupçuluğundan mütekâit Arif Rıza beyde bulunduğu Ali Emîrinin 1922’de Tarih ve edebiyat mecmuasında yazdığı bir açık mektuptan anlaşılan bu nüshayı, 1936’da Ali Rıza bey’in veresesinden kitapçılar, onlardan da Bay Fahri Bilge satın almıştır)

Sayın Ömer Asım Aksoy bu yaz Gaziantep’e gelişlerinde bana bir münasebetle Abdünnafi efendiye izafe edilen bir fıkra anlatmıştı. Bunu tam tafsilatıyle hatırda tutamadığımdan mektupla kendisinden rica ettim. Aziz üstadın lütfen yazıp yolladığı bu ilginç fıkrayı aynen aşağıya alıyorum:

(Rahmetli Sait Barlas’tan dinlemiştim:

Mısırlı İbrahim paşa Antep’e geldiği zaman, Münif paşa’nın babası Abdünnafi efendi hocayı çocuklarına öğretmen olarak seçmişti. Mısırda görev yapan hoca arasıra Antep’e gelir tekrar Mısır’a dönerdi. Bu gidiş gelişlerde hocanın kimliğini öğrenen Mısır gümrük memurları onun eşyasını muayene etmezler, gümrüksüz olarak geçirirlermiş. Bir defa Mısır’a dönerken bir yol arkadaşı, hocanın bu imtiyazlı durumundan faydalanmak ister. Ve bir sandığını, eşyası arasından gümrükten geçirmesi için hocaya ricada bulunur. Mısır’a vardıkları zaman, gümrük memurları hocayı saygı ile karşılarlar. Yanında bulunan eşyayı bir bir alıp gümrük işlemi bitmiştir diye öbür tarafa geçirmeye başlarlar. Bir memur, her parçayı tuttukça sorarmış:

- Bu senin mi hoca efendi?

- Benim

- Şu?

- Benim

- Şu?

- O da benim.

Sıra yol arkadaşının sandığına gelir:

- Bu da senin mi?

Hoca (Benim) dese yalan söylemiş olacak. Günah. (Benim değil) dese yol arkadaşının gönlü kırılacak. Hem yalan söylememek, hem de arkadaşının işini görmek için şu zekice cevabı yapıştırır:

- Ya senin mi?

Memur, bu cevaptan (Evet benim!) anlamını çıkardığından sandığı da hocanın gümrükten geçen eşyası içine koyar)