Adı kurtuluşa çevrilmiş olan Bebirge köyüne halkın okumuş yazmış takımı Babilge der. Babil sözü düşüncemizi bin yılların ötelerine, ta sümerler çağına, ünlü asma bahçelerine sürükler. Kimbilir, belki de köyün koyu yeşilliğini gören bir kimse, babil bahçelerini düşünerek bu adı vermiş.

Bebirge Gaziantep'ten sonra Sacır kıyısındaki köylerden Nurgane’dan sonra gelir. Sacır bu köyün sınırlarına girdiği vakit, dört pınar tarafından karşılanır. (Buyduran) sojdan Karapınar, Mistik Kiya pınarı, Abdo öbür adiyle Kızlar pınarı soldan kollarına atılır.

Nurgana pınarı ve Kalaylı pınarın çıktığı köye yaptığı vefasızlığı Mıstık kiya pınarıyle, Kızlar pınarı da Bebirgeye yapar. Ana baba ocağını bırakıp Kiliseciliğe iç güvysi girer.

Bebirgeliler, vainin Humanızdan başlayan ve Cağdına kadar uzayan eski yeşillik ve mamurluğunu kendilerine borçlu olduğunu övünerek şöyle bir hikâye anlatırlar:

Halep’liler Cağdığının ünlü pınarı gibi, Hümanızdan başlayarak, Sacıra dökülen bütün pınarların sularını alıp alıp götürmek üzere gelirler. Dereboyunu inceleyerek Bebirge toprağına girerler. Köyün önündeki büyük köprü başına gelince soğuk su ikram edilirken köyün yaman adamlarından Kara Mahmut önceden tertiplediği plan gereğince su tası tam misafirlere uzatılırken kizirin elinden alır, ben henüz doymadım, başkasına nasıl içiririm. Bu söz ve hareketin altında yatan manayı sezen heyet hemen ayağa kalkarak uzaklaşır. Cağdındaki Ak pınara kadar olan suları almaktan vazgeçerler.

Bu gün Sacırın güney yanında kurulu bulanan Bebirge, eskiden kuzey yanında Hopben Bağı denilen yerde imiş. Bu günkü sakinlerinin sebebini bilmedikleri bir olayın etkisiyle, halkın bir bölümü Urfa ve Siverek bölgesine göç etmişler. Büyük Hacı Ömerler ve Sarı oğulları denilen iki aile de şimdiki yere taşınmışlar.

Bebirgenin daha önceleri başka yerlerdede kurulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, Hopben Bağının doğusunda, Maltepe denilen bir hüyük daha kuzeyde Mertmen renilen başka bir harabe bulunmaktadır. Bunların hizasında Sacır üzerinde eski büyük bir köprünün ayak yerleri görülmektedir.

Bebirgenin güneyindeki tepede bir türbe var. İçin de Üveys ve Zemzem adlarındaki iki bacı kardeş yatmaktadır.

Bölgenini İslamlar tarafından fethi için yapılan savaşlarda düşmanın geceleyin Antep Kalesinden çıkarak yaptığı bir baskında şehit olmuşlar.

Bir aralık köyde sık sık bulaşıcı hastalıklar baş götermeğe başlamış, hastalıklar her seferinde birçok kişiyi süpürüp götürmüş. Halk aciz kalmış. Bir seferinde Hamide adında yaşlı bir kadın Üveys ve Zemzem’in türbelerine giderek onların manevi yardımını isteyelim demiş. Bunun üzerin herkes hallı halınca koyun, keçi, kuzu, oğlak, hatta horoz alarak ziyarete çkmışlar, kurbanlarını kesmiş, devletlulerden yardım dilemiştir. Ertesi gün hastalığın yürüyüşü hafiflemiş ve durmuş. Bununüzerine köy halkı her yıl baharın ilk günü ziyarete çıkıp kurban kesmeyi, orada yiyip içmeyi ve yoksulları doyurmayı adet etmişler.

Köyün adı bize bin yılların ötesinden bir şeyler fısıldarken, içinde bulunan ve eskiden kalma olup. Yukarıda sözünü ettiğimiz göçden sonra temizlenip kullanılan bir koyunun adıda bize Orta Asyayı, Bozkurt destanını anlatıyor. Bu kuyunun adı (Ergene) kuyusudur. Belki de Erkenek ondur; sonra bu hale geldi.

Nurgana gibi Bebirge bana çocukluk günlerimi hatırlatır. Beygirlere biner, yatılı sahreye giderdik. Akşamları dama yataklar serilir, yıldızlara baka baka ve önümüzdeki vadiden yükselen kurbağa, sırsır ve kuş seslerini dinleye dinleye uykuların en tatlısına dalardık. Sabahları konuk bulunduğumuz ve sahibinin hazırladığı cömert kahvaltıdan sonra bahçelerin koyu gölgelerine taşınır, akşama kadar ağaçların dallarında Sacır sucunun içinde çocukluğumuzun en tatlı günlerini geçirirdik. Hey gidi günler hey.