ON KASIM günü ATATÜRK’ün Ölüm tarihi olmakla beraber Gaziantepliler için de ayrıca belli bir gündür.

Belediye ve înönü caddelerinin birleştiği yerde vaktile askerî fırın olarak yapılıp kullanılan sonra okul haline getirilen oyma ve yontma san’atı bakımından oldukça emekli bir bina vardır. Bu binanın önünden geçen bâzı yaşlı Gazianteplilerle müdafaa savaşının teferruatına vakıf bâzı kimseler zaman zaman duraklar, gözleri geçmişin derinliklerine dalarak buğulanır. Dudakları bir şeyler mırıldanır. Sonra düşünceli düşünceli yürüyüp giderler. Bu durum bir türbe önünde yapılan saygı duruşuna benzer. Güngörmüş, okumuş bâzı Gaziantep’liler de gerçekten bir taziye vakfesi yapmışlardır. Şu farklaki görünürde ne bir yatır, nede kerameti dillerde gezen bir velinin makamı vardır. Gözleri buğu, yüzleri saygı ifadesine bürünen bu insanlar, hikâyesi söylentiye değil müsbet bir olaya dayanan küçük bir şehidi anmaktadırlar.

ON KASIM 1919 günüydü. Hava soğuk ve puslu; işgalden doğan bir hasvet doluydu. Koleradan, tifüsden yakasını nasılsa kurtaran açlık ve sefaletten takatsiz düşen, yetişkin evlâtlarından binlercesini çöllerde; doğunun kar yığınları arasında, Çanakkalenin cehenneminde kaybeden Antep, önce İngiliz sonra Fransız işgaline düşmüştü. Tarihinin en tasalı günlerinden birini yaşıyordu. İşte böyle acı günlerden birinde, akşam üzeri mavi dokuma çarşafına bürünmüş, sekiz yaşlarındaki oğlu ile birlikte askerî fırın önünden geçmekte olan bir kadın bir aralık şimdiye kadar hiç görmediği kılıkta silâhlı bir kaç adamın kendine doğru geldiklerini farketti. Bu adamlar kocasının ve komşularının bahsettikleri Fransız askerleri olacaktı. Fakat askere benzer tarafları da yoktu. Şapkaları bir yana devrik, göğüs, bağırları açık, askerdeki ciddiyet ve efendilikten yoksun kimselerdi. Kadın korktu. Çocuğunun bileğine yapışarak kenara çekildi. Askerler kendine doğru ilerlemekte idiler. Kadın biraz daha çekildi. Yarıklarından ileri sokulacakmış gibi duvara yapıştı. Gelen adamlardan külhanbeyini andıran biri kadına yaklaştı. Elini peçesine ve göğsüne uzatacağı sırada oğlu birden elini annesinin avuçlarından kurtararak sarhoş Fransız eri ile aralarına girdi. Annesine doğru uzanan eller yavrunun körpe ruhunda bir okyanus fırtınası koparmış, sanki bütün kanı ve kuvveti küçücük avuçlarında toplanmıştı. Mütecavizi şiddetle itti. Sonra yerden bir taş aldı, tam bu memleket ve namus düşmanı vahşi insanın kafasına indireceği sırada annesinin yürekler parçalayıcı haykırışları arasında ve kanlar içinde yere yuvarlandı.

Çocuk annesine tecavüze yeltenen Fransız erini itmesi ve taşa sarılması üzerine arkadan gelenler tarafından kahbece süngülenmişti.

İşte ON KASIM 1919 da şehid olan bu yavrucuk Tapu dairesi odacısı Ökkeş’in oğlu Kâmildi.

Kâmil’in temiz kanı binlerce parçaya ayrılarak Gazianteplilerin damarlarına girdi. Şehir nefret ve öç duyguları arasında köpürüyor, köpürüyordu.

Gaziantep’in ilk şehitlerinden biri olan Kâmil’e yapılan cenaze alayı, şehri gerçek mânası ile yerinden oynattı. Bu asîl tepki Fransız kumandanını hayli düşündürmüştü. Şehidin babasını çağırtıp ölüm tazminatı olarak önüne o güne göre büyük bir servet sayılan bir yığın altın sürdü. Fakir bir odacı olarak hayatını güç kazanan Ökkeş’in verdiği şu cevap Fransız kumandanının suratına korkunç bir şamar gibi inmişti.

—Altınlarınız sizin olsun. Milletim oğlumun kanını alacaktır.

İşte İstiklâl savaşını Atatürk’ün Samsun’dan aşılamaya çalıştığı bu ruh kazanmıştı. ON KASIM da büyük ATATÜRK’Ü anarken O’nun manevi evlâdı olan Şehit Kâmil’i ve büyük ruhlu babasını da saygı ile anıyoruz.