(Bir Önceki Sayıdan Devam)

Başka sahalarda Garblılara hiçbir imtiyaz tanımayan bizim yarı; münevver, ilim ve teknik sahasındaki çalışmaları, bu hususta yüksek bir seviyeye erişmeyi tamamiyle onların inhisarına bırakmak temayülündedir. Onun bu zaafından ve temayülünden faydalanan malum ve mahud bir zümre ise, memleketi kalkındırmaya yarayacak hakiki her çarenin karşısında olduğu gibi ilim müesseseleri kurmanın, yüksek kaliteli ilim adamı yetiştirmenin de sudan bahanelerle aleyhindedir. Bunlara göre yüksek kaliteli ilim müesseseleri açmanın, birinci sınıf ilim ve teknik adamı yetiştirmenin memlekette mutlu bir azınlık yetiştirmekten başka bir faydası yoktur. Veya iş sadece ilim ve teknik adamlarıyla bitmez, diğer unsurların da bulunması gerekiyormuş (Sanki onları inkâr eden varmış). Yahut bizde eksik olan veya bizim ihtiyacımız birinci sınıf ilim ve teknik adamlarına değil de orta kabiliyette çalışkan elemanlara imiş, vesaire.

Bir defa modern bir cemiyette birinci sınıf bir ilim adamı ne mutludur; ne de hususi bir azınlık teşkil eder. Bunun gibi hakiki ilim ve teknik adamlar ne cemiyetin üstünde ne de onun dışındadır. Zira hakiki ilim adamları, Üniversitelerde, laboratuvarlar da, araştırma enstitülerinde, endüstride, fabrika lâboratuarlarında, idare meclislerinde, bankalarda, hükümet dairelerinde, maarif ve plânlama teşkilâtında, hastanelerde ve ilh. Olmak üzere cemiyetin her müessese ve faaliyet sahasında mesuliyeti ağır ve fonksiyonu mühim bir yer işgal eder. Şu halde birinci sınıf ilim ve teknik adamlarından teşekkül etmiş bir kadro dendiği zaman, cemiyette veya ondan ayrılmış müstakil ve sadece üniversite ve lâbaratuvarlarda keşif ve icadlarla, araştırmalarla meşgul insanlar kastedilmiş olmuyor.

Bundan başka modern medeniyetin mahiyeti icabı, meşhur bir sosyoloji âliminin de belirttiği veçhile ilim bugün patronu ve proleteryası olan bir meslek haline gelmiştir. Her meslekte olduğu gibi burada da muvaffak olan şöhret ve servete, refaha kavuşan insanların yanında, az veya orta bir başarı gösterenler, başarısızlar, hayal kırıklığına uğrayanlar, sefalet içinde yaşayanlar vardır. Bütün bunlara rağmen diğer mesleklerden farkı, mensuplarının cemiyetin başka faaliyet sahalarına yayılmış olmalarıdır. Sonra ilim müesseseleri sadece îlim adamı yetiştirmiyor. İlim müesseseleri ayni zaman da her nevi idareciler, iş adamları, müdür ve işletmeciler, müteşebbisler de yetiştiren bir fonksiyona sahiptir. Bütün bu çeşitli vazifelerine rağmen hiç bir zümrenin inhisarı altında olmaması da ilmin diğer mühim bir hususiyetini teşkil eder. Görülüyor ki “mutlu azınlık” tabiri realiteyi aksettiremiyor. Bunun gibi birinci sınıf ilim ve teknik adamları olmadan da kalkınma olacağı iddiası da gerçeğe uymamaktadır. Zira burada bahis mevzuu olan kalkınma, Garpta olduğu gibi farkına ve şuuruna varılmadan asırlar süren bir gelişme sonunda meydana gelen bir kalkınma değildir.

Burada geri kalmış bir memleketin çok kısa bir zamanda ve şuurlu bir şekilde muasır medeniyet seviyesine ulaşması kasdolunmaktadır. Bunun için geri kalmış memleket, seviyesine erişmek üzere model alarak aldığı cemiyetin bütün müesseselerinde ne tip insan kullanılıyorsa onları kullanmak zorundadır. Bu kalkınmanın asgari şartıdır. Bunun dışında başka türlü bir hareket imkânına sahip değildir. Bir mühendis yerine kalfa, birinci sınıf bir terbiye mütehasısı yerine bir jandarma mütekaidi, bir profesör yerine bir sefaret memuru veya birinci sınıf herhangi bir mütehassıs yerine diplomalı bir memur kullanılırsa bizim iki yüz seneden beri bu sahada katedebildiğimiz mesafe ancak alınabilir. Hem ilmin, hakiki ilim adamının yokluğu sadece bu neticeyi doğurmuyor. İlim olmadığı yerde malûmat kırıntıları, kanaatlar, batıl itikatlar, hurafeler ilim sayılmakta, bu yüzden insanlar itham ve hatta mahkûm edilmektedir. Böylece ilim namına bütün tarih boyunca görüldüğü veçhile cinayetler işlenmektedir.

TAHRİF EDİLMİŞ BİR LÂİKLİK

Ayni şekilde hakikî ilim adamının yerini sözde ilim adamı, hakiki mütehasısın yerini diplomalı memur alıyor. Artık hakiki bir hayat sahnesi yerine tıpkı tiyatrodaki gibi temsili bir faaliyet başlıyor. İlmî kudret ve bilginin yerini aktörlük kudret ve mahareti alıyor. Bu tip bir aktör tamir edilmez bir hâta yapmadıkça pek âlâ büyük üstad, yegâne otorite olarak kalabiliyor. Bunun içinde bir şey yapmaması veya yapar görünmesi gerekiyor.

Görülüyor ki hakiki ilim ve ilim adamı olmayınca, ilim zihniyeti teessüs edemiyor, birinci sınıf ilim adamı olamayınca bir aşağı derecesi de yetişemiyor, bilenle bilmeyen ayırt edilemiyor, kadrü kıymeti bilinemiyor. Çalışanla çalışmayan, yapana yapar görünen bir tutuluyor. Hakiki kıymetler, kıymet ölçüleri böylece kıymet sistemi teessüs edemiyor.

Burada bütün bu müsait olmayan şartlara rağmen insanüstü bir kuvvet ve enerji sarfıyla şahsî büyük fedakârlıklara mukabil İlmî seviyeyi muhafaza eden küçük bir zümrenin varlığı şüphesiz inkâr edilmemektedir. Onlara karşı saygımız bâkidir.

Bu neden böyle oluyor? Eğer bir cemiyette hayatı idame ettirmekten doğan tabii bir ihtiyaç varsa ve hakiki vasıtalarla tadmin edilemiyorsa onların yerini daima sahteleri almaktadır. Çünkü kültürün mahiyeti icabı hiç bir ihtiyaç cemiyette uzun müddet tatmin edilmeden kalamaz. Acaba ilim bu nevi bir ihtiyaç mıdır? Ve gelişmekte olan memleketlerle modern cemiyetler arasında bu hususta bir fark yokmudur?

Bu iki sualle ilgili olmak üzere son on sene zarfında hemen bütün milletlerarası teşekküller, mütehasıslar tarafından muhtelif medenî dillerde gayet yaygın bir neşriyat yapılmıştır. Bu eserin en mühimlerinden biriside milletlerarası bir şöhrete sahip iki Amerikalı ilim adamı tarafından, Mısır’da yapılan beş senelik kesif bir araştırmadan sonra neşredilmiştir.

Büyük bir dikkat ve gayretle okunması icap eden bu kitap Türkçe’ye çevrilmiş bulunmaktadır.

D. Brown ve F. Harbison: ilim ve Endüstri için Yüksek İstidatlı İnsan Gücü, Çeviren: Yük. Müh. Fuat Uluğ. Yenilik Basımevi. 1962 ANKARA

Bütün bu neşriyatta, bu kitap da dahil olmak üzere gelişmekte olan bir memleketin en büyük ihtiyacının ilim ve yüksek kaliteli teknik adamı olduğunda ısrar edilmekte ve bu hususta geri kalmış bir memleketle modern bir cemiyet arasında hiç bir fark bulunmadığı belirtilmektedir.

(Devam edecek)

Prof. Mümtaz TURHAN