Bundan birkaç sene evvel milletlerarası şöhreti olan bir balıkçılık mütehassısı memleketimizin denizlerini, kara sularını, tetkik etmiş ve şöyle bir beyanatta bulunmuştu. Eğer Türkiye, sularındaki bu mebzul ve dünyada emsali bulunmayacak derecede çeşitli balıklardan fenni bir şekilde faydalanabilse başka hiçbir gelire ihtiyacı olmadan kendisini besliyebilir.

Yine bir müddet evvel Amerikalı ziraat mütehassıslarından bir heyet gelmiş, memleketi dolaşmış, mevcut ziraat tekniğini, ziraî mahsullerini ve imkânları tetkik etmiş, hükmünü vermişti: Eğer Türkiye, ziraatini fennileştirebilse dünyanın ikinci Kaliforniya’sı ve en zengin memleketlerinden biri olur. Başka hiçbir iş yapmasına lüzum kalmadan mahsullerinden edineceği servet ona kâfi gelebilir.

Türkiye’nin hayvancılığını ve inkişaf imkânlarını tetkik eden başka bir mütehassıs da, eğer Türkiye bugünkü vaziyetini fennî bir şekilde islâh edebilse elde edeceği gelirle bütün memleketi, kalkındırabilir.

Bir iktisat mütehassısı da umumî vaziyeti, memleketin ziraî, iktisadî, sınaî imkânlarını gözden geçirdikten sonra eğer Türkiye yalnız yetiştirmiş olduğu ham maddeleri fennî bir şekilde islâh edip işleyebilse ve buna dayanarak küçükten başlamak, plânlı hareket etmek şartıyla rakipsiz bir sanayi kurabilir, demişti.

Bu arada Türkiye’nin yeraltı servetleri, madenciliği bir tarafa bıraktığı gibi dünyada işgal etmiş olduğu müstesna mevkii dolayısiyle ticari imkânları da hesaba katılmamaktadır.

Şimdi Türkiye, her biri başlı başına bir servet kaynağı, birer hazine olan ve her biri tek başına memleketi zengin etmeğe kâfi gelen bu imkânların topuna birden asırlardan beri sahip olduğu halde dünyanın en zengin bir memleketi olacağı yerde, sayılı fakir milletlerden biridir. Acaba neden? Niçin Türkiye bu tabiî servet kaynaklarından faydalanamıyor?

Bu hususta şüphesiz bir çok sebepler ileri sürülebilir. Nitekim sürülmüştür de.

Memleketin daima fena idare edilmiş olması, sermayesizlik, halkın cehaleti, tecrübeli iş adamı yokluğu gibi sebepler, şimdiye kadar ortaya atılmış olanların en mühimleri oldukları için bunların üzerinde duracağız.

Hakikatte bir memleketin inkişafına mani olma bakımından fena idareden daha mühim bir sebep düşünülemez. Türkiye’nin geri kalmasında fena idarenin rolü büyüktür.

Fakat bir memleketin iyi idare edilmesi meselesini de onun insan unsurunu iyi yetiştirmek davasının dışında tahakkuk ettirmeye imkân yoktur. Sermayesizlik ise Thornburg’un da belirttiği gibi iktisadî sahada, ciddî iş âleminde hiçbir vakit mâkul bir sebep olarak karşılanmamıştır. Zira verimli, faydalı her teşebbüs daima lüzumlu sermayeyi behemahal bulmuştur.

Halkın cehaleti meselesine gelince, iyi bir idareye ve hakikî bir münevvere sahip olan memleketlerde halkın cehaleti, hiçbir vakit o memleketin ilerlemesine, zenginleşmesine mâni olmamıştır. Bütün medeni Avrupa memleketlerinin ve Birleşik Amerika’nın yakın tarihleri bunu bâriz bir şekilde göstermektedir.

Tecrübeli iş adamı yokluğu ise, yukarda ileri sürülen sebepler arasında bugün için belki en ciddi ve makul olanıdır.

Bu yazının başında zikredilen yabancı mütehassısların müşahede ve tavsiyelerinde vaziyetimizin ehemmiyeti, güçlüğü ve kültür seviyemizin düşüklüğüyle beraber ilim ve ihtisas adamlarına olan büyük ihtiyacımız da aşikâr bir şekilde ifade edilmiş bulunmaktadır. Zira fenni bir şekilde balıkçılığın ne demek olduğu sorulduğu takdirde bunun bir seri ilmî faaliyetten, ilme ait halledilmesi lâzım gelen sayısız meselelerden ve evvelce bilinen bir çok bilgilerin ilmi bir şekilde tatbikinden başka bir şey olmadığı görülür: Hakikatte fenni bir şekilde balıkçılık yapabilmek için her şeyden evvel sularımızda bulunan balıkların nevilerini, cinslerini, ömürlerini, hangi derinliklerde ve hangi semtlerde yaşadıklarını, hangi mevsimde yumurtlayıp göç ettiklerini, ne ile beslendiklerini, ne vakit, nasıl tutulmaları lâzım geldiğini ve ilah bilmek zarureti vardır. Bunun için de senelerce sürecek ilmi araştırmalara, sistemli müşahede ve tecrübelere bunları yapabilecek yüzlerce birinci sınıf ilim adamına ve yardımcılarına binlerce teknisyene ihtiyaç vardır. Görülüyor ki fennî balıkçılık ilmî ve teknik bir ihtisastan başka bir şey değildir. Binaenaleyh burada ne ilmî bilginin yerini amprik müşahede ve tecrübelerle, ne de ilim ve ihtisas adamlarının yerini bütün ömürlerini balık avlamakla geçiren balıkçılarla tutmağa imkân vardır.

Aynı suretle fennî bir şekilde ziraatçilik de derin araştırmalara, müşahede tecrübelere dayanan ilmî bilgilere ve bunların sistemli bir tarzda tatbikine ihtiyaç hissettirmektedir. Burada da her şeyden evvel toprak nevilerinin kalitelerinin, ihtiva ettikleri kimyevi unsurların, miktar ve cinslerinin, vasıflarının ve iklim şartlarının bilinmesi lâzımdır ki ona göre tohum ve gübrelerin nevi ve miktarı tâyin edilebilsin. Bundan sonra da toprağı işleme tarzı ve tekniği gelmektedir. Bu itibarla sadece modern âletler kullanmak, fennî bir şekilde ziraat yapmak demek değildir. Zira en lüzumlu ilmî bilgilerle mücehhez olan bir kimse iptidaî vasıtalarla da- belki biraz verimsiz olmak üzere- fenni ziraat yapabildiği halde bu bilgilerden mahrum olan bir şahıs bu modern âletlerle fennî ziraat yapamaz. Şu halde fennî ziraat ancak ilimle tekbiğin birleşmesiyle mümkün ve verimli olabilmektedir.

Bunun gibi fennî hayvancılık veya madencilik de esaslı ilmî, teknik bilgi ve ihtisası zaruri kılmakta birinci sınıf ilim ve teknik adamlarının varlığına dayanmaktadır. Hele ilimsiz bir teknik veya sanayi düşünmek, ilmin rehberliğinden ve ilim adamlarından mahrum olarak iktisadi bir düzen kurmak mümkün değildir. Onun için bugün Türkiye’nin en büyük ihtiyacının hakikî ilim müesseselerine ve hakikî ilim, adamlarına olduğunun bilinmesi lâzımdır. Hakikatte bugün Türkiye’nin içinde çırpındığı müşkül durumun, ilmin memleketimizdeki feci vaziyetiyle kâfi miktarda ilim adamlarının bulunmamasından başka bir sebebi yoktur.

Not: Prof. Dr. Tümtaz Turhan’ın “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” isimli eserinden alınmıştır.

Prof. Dr. Mümtaz TURHAN

Hulûsi YETKİN