(sayfa 62 den devam)

ve müşterek bir bağ, yukarıda tarif edilen mânada fertler gibi onların katıldığı her nevi teşekkülleri içine alan, birbirine bağ layan bir kıymetler sistemi kasdolunmaktadır. Bugün Türkiye’de yaşayan insanların yüzde doksanı aşan çoğunluğunu Türk halkı teşkil ettiğine göre milli kültürün nüvesini de Türk halk kültürünün meydana getirmesi ve esas temsilci ve taşıyıcının da halk olması icap eder.

Nazarî plânda zarurî olduğu kadar da makul ve mümkün görünen bu nevi müşterek bir kültürün gerçekleşip meydana çıkmasında halkın ve münevverin rolünü tayin edebilmek için memleketimizin bugünkü vaziyetinin çok yakından objektif bir tahliline ihtiyaç vardır:

Tarihî ve içtimai oluşun bir icabı ve neticesi olmak üzere bugün Türkiye’de birbirinden oldukça farklı iki ayrı kültürü temsil eden iki esas topluluk vardır. Şehirlerde bilhasa büyük şehirlerde yaşayan insanların ve münevverin de iştirak ve temsil ettiği şehir veya münevver kültürü, diğeri de küçük kasaba ve şehirlerin de dahil olduğu geniş halk kitlelerinin ve köylünün temsil ettiği halk kütürüdür. Şüphesiz bu her iki gurupla onların temsil ettikleri kültürler de kendi aralarında muhtelif tali grupları ayrılmak suretiyle kültür bakımından bir çok farklar gösterirlerse de bunlar mahiyetden ziyade dereceyi gösteren çeşitlerdir ve her iki topluluğun kültürlerinde olduğu gibi derin, köklü ve ayırıcı değillerdir.

Ayrıca izaha lüzum olmayan diğer mühim bir nokta da aradaki derin farklara rağmen her iki topluluğun temsil ettiği kültürler arasında da müşterek bulunmasıdır. Bunlar aradaki anlayış, idrak ve iştirak farkları hesaba katılmak üzere dil, din, tarih şuuru, müşterek bir toprağa ve devlete sahip olma, bazı örf ve âdetler, gelenekler vesairedir. Bununla beraber bu müşterek bağlar ne Garp memleketlerin de ve ne de diğer medeni milletlerde olduğu gibi çok çeşitli ve kuvvetli değildir. Aslında Grapta halk kültürüyle münevver zümrenin kültürü arasında esaslı bir fark yoktur. Her iki gurp da ayni kültüre derece farklarıyla iştirak eder.

Medeni memleketlerde kültür farkları müşterek unsurların yukarı tabakalarda daha geliştirilmiş, işlenmiş, daha güzel bir uslupla ifade edilmiş olmasiyle meydana gelmiştir. Halkla münevverin, zenginle fakirin yiyecek ve giyecekleri derece farkıyla birbirlerinden ayrılır. Fakat tarz ve biçim aynıdır. Norm ve kaideler, adap, usul müşterektir. Ahlak ayni kıymetler şuuruna ve ölçülerine, hukuk ayni ve müşterek örf ve adetlere göre teessüs etmiştir. Münevver ve yüksek tabaka ayni oyunlar veya dansların daha mükemmel bir şeklini oynamakta, musikî, edebiyat, resim müşterek motifleri, mevzu ve problemleri ele alarak müşterek bir zevke göre işlemekte veya ayni içtimâi temayülleri okşayacak istikamette gelişmektedir. Yalnız derece farklarında ibaret kalan ayrılıklara müşterek kültür o kadar yayılmıştır ki bugün halk kültürü bir çok medeni memleketlerde folklore name altında ancak bazı bakiyelere inhisar etmektedir. Halbuki Türk halk kültürü yüzde seksenden fazla bir çoğunluğun temsil ettiği, canlı, hayat dolu, renkli, çeşitli ve meşhur bir otorite olan E. Sapır’ın ölçülerine göre de, hakiki bir kültürdür. Bu kültür bazı sahalarda geri ve iptidai görünse de esas itibariyle dünyada hiçbir halk kültürünün erişemiyeceği bir seviyeye yükselmiş, maddî ve manevî kıymetleri bakımından çok renkli, incelmiş ve işlenmiş bir haldedir. Hakikatte bugünkü medeniyeti meydana getiren unsurların büyük bir kısmı Anadolu’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nun hudutları içinde yaşamış insanların eseridir. Bugün bile Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde meyva ve sebzelerin konservesinde kullanılan usuller ve alınan neticeler ilim adamlarını hayrete düşürecek bir mükemmeliyettedir. Bu kültürün manevi sahasına ait eserler ise, kendi nevileri bakımından birer şaheser teşkil eder. Halk edebiyatı, türküleri, masalları, oyunları, atasözleri, fıkraları ve mizahı ile başlı baına birer kıymet olarak dünyanın takdir ve hayranlığını kazanmıştır.

Halk kültürünün şimdiye kadar tanınmamış veya tanıtılmamış olması Türk millî kültürü gibi münevverinin de felâketini teşkil etmiştir. Hiç şüphesiz bu Türk münevverinin cehalet ve aczinden ileri gelmektedir. Çünkü bir kültürün içinde bilfiil yaşamadıkça onu tanımak, Iayıkıyla kıymetlendirmek için derin bir ihtisasa dayanan bilgiye ihtiyaç vardır. Onun için bundan mahrum olan Türk münevverlerinin halk ve onun kültürü karşısındaki tutumu, garplıyı köıü körüne taklitten ibaret kalmıştır. Eğer bir Avrupalı veya Amerikalı tesadüfen karşılaştığı bir halk kültür unsuru karşısında hayret veya hayranlık göstermiş ise Türk münevveri ona kendi keşfi imiş gibi dört elle sarılmış; küçümsenmiş veya dikkati çekmemiş ise onuda reddetmişter. Bu yarım Türk münevverinin, sırf okuma yazma bilmediği veya kendisinin abuk sabuk bilgilerine sahip olmadığı için halkı hakir görmesi, ona yanaşmaması, onunla iş birliği edememesi bugün memleketin başlıca dertlerinden birisini teşkil etmektedir. Hakikatte kökünden kopmuş, rüzgarın önünde saga sola sürüklenen bir deve dikeni gibi boşlukta kalan ne yapacağını, nereye gideceğini bilmeyen yarım münevverin şaşkınlığının bir sebebide budur.

(Devam Edecek)