Sayın Dinliyenlerim!

Bu konuşmamda sizlere, bir bölünüzün iş yerinin bulunduğu, bir çoğunuzun haftada bir kaç defa, yaya veya araçla içinden geçtiği Arasa’dan bahsetmek istiyorum.

Belki aranızda (canım efendim Arasa’nında nesi anlatılır) diyenler bulunacaktır. Böyle diyenlerin kanılarına saygı duyarım. Amma, ben bu fikirde değilim. Çünkü, Antep şehrini kalın ciltli bir kitaba benzetirsek Arasa bunun önemli bir bahsidir. Gaziantep sözü nasıl fıstığımızı, sağlam havamızı, Millî Mücadeledeki harika savunmamızı akla getirirse; Arasa’yı da hatırlatır.

Arasa, bir zamanlar Gaziantep Ticarî ve İktisadî yaşantısının kalbi idi. Bütün sanat ve ticaret erbabı ya burada, ya yakınında toplanmıştır. Bugün her ne kadar eskisi kadar tekelciliği kalmamış ise de, yinede alış veriş piyasasının en oynak yerlerinden biri olmakta devam ediyor.

Arasa denince aklımıza çeşitli iş kollarına ait yüzlerce dükkânla, hanlar, bedestenler, anbarlar, ardiyeler, ahırlar, meydanlar, sokaklar, geçitler, arı kovanı gibi kaynaşan insanlar gelir. Müşteri çağıran satımlar, dellâllar, hamallar sıra sıra mahra dediğimiz sandıklar, tablalar, çuvallar gözlerimizde şekillenir. Bir zamanlar bu canlı ve cansız kalabalığın içine yük ve binek hayvanları da katılırdı. Sonraları bunların arasına araba ve otomobiller de karıştı.

Kürkçü, Tuz, Mecidiye, Tütün, Buğday, Şeker ve Belediye Hanlariyle Tekke, Hacı Nasır, Karatarla, Haci Veli, Hüseyin Paşa, Boyacı Camileri Arasa’nın ya çerçevesi içinde, ya sınırındadır.

Arasa şehrin orta yeri sayılır. Dört yandan gelen cadde ve sokaklar burada birleşip ayrılırlar. Bir zamanlar Arasa, iş bölümlerine göre sıralanıp, meslek adiyle Pazar kelimesinden meydana gelmiş, birleşik adlı kısımlar gösterirdi. Bu gün birleşik adlardan Hudarcı Pazarı, Direkci, Elmacı, Hasırcı, Kunduracı, Kavaf, Harat, Avrat Pazarlarının yalnız isimleri yaşamaktadır.

Çocukken dinlediğimiz bazı masallarda hikâyenin kahramanlarından biri olan kız, sevgilisi padişah oğlu uyurken karnında bir kilit görüp, açtığı; içine girerek burada yukarda saydığımız pazarlardan sanat kollarına ait dükkânların sıralandığını gördüğü anlatılırdı. İşte masal bu bölüme geldiği vakit gözlerimin önünde Arasa canlanırdı.

Arasa bundan 150 yıl önce bu günkü halinden hayli farklıydı. Kurtuluş Savaşından önce Hacı Nasır Camii’nin kuzey doğu köşesinde içi ve çevresi kara taşlarla döşeli bir kastel yani havuz vardı. Kamalak Zade Hüseyin Ağa’nın yaptırdığı cami 1227 yılında Bıçkıcı Haci Osman Ağa tarafından genişletilip, yaptırıldıkdan sonra oğlu Haci Mehmet Ağa da sözü geçen kasteli yaptırmıştır. Şimdiki çeşme de mutasarrıf Talat Bey zamanında yapılarak mermere kazılmış kitabesi de kendi tarafından yazılmıştır.

O zamanlar Gaziler Caddesinin tam orta yerinden bir dere geçer, iki yanındaki ev ve dükkânların masraf sularını alırmış. Üzerinde yer yer köprüler kuruluymuş. Bunlardan küçük köprü adındaki birisi söze geçen kastelin önündeymiş. Tam karşı tarafta, yani Tuz Pazarının batı köşesinde camiin helâları bulunuyormuş. Bu helâlar yukarıda adı geçen Haci Osman Ağa tarafından bu günkü yerine nakledilmiş. Yerine de geliri cami ve kastele harcanmak üzere bir sıra dükkânlar yaptırılmıştır. Gaziantepte Belediye teşkilâtı kurulduktan sonra 1880 yılında şehir meclisinde verilen bir kararla derenin üstü kapatılmıştır.

Bu gün Mecidiye Hanı, Kemikli Bedesten ve kuzeyindeki dükkânların bulunduğu ada, daha eskiden (Şeyh Musa Makberesi) adiyle anılan bir mezarlıkmış. Sonra iskân sahası içine girmiştir. Bedesten yapılırken bol miktarda insan kemiği çıktığından kemikli adını almıştır.

Bundan 25 yıl önce Arasan’ın dar meydanlığında bir havuz vardı. Adına Kadı Kasteli derlerdi. Kadı Mahir Efendi bundan 260 yıl önce Gaziantep’te kadılık etmiş, bu arada Pancarlı Suyunun yolunu düzelttirerek şehri temiz suya kavuşturmuştur. Bu arada kasteli de yaptırmıştır. Şehirde modern su tesisi yaptırıldıktan bir süre sonra havuz da ortadan kaldırılmıştır.

Arasa yakın tarihte biri 63 öbürü 42 yıl evvel olmak üzere iki defa korkunç yangın geçirmiştir, ikinci yangın çıktığı sırada öğrenci bulunuyordum O müthiş âfeti yakından gördüm. Birinciyi babamdan dinledim. Rahmetli Şair Hasip Dürri (Ateşi Suzan) Adlı meşhur şiir risalesini bu olay üzerine yazmıştır.

Arasa sözcüğü vaktiyle eski harflerle (arsa) gibi yazılırdı. Kelime nerden geliyor diye kendi kendime sorup dururdum. Bu sorumun cevabını Evliya Çelebi Seyahatnamesinde buldum Evliya merhum Antep’i anlatırken Arasa’yı (Arasta) olarak kaydediyor. Lügat bu sözcüğe çarşılarda ayni çeşit eşyayı satan esnafın bulunduğu kısım, üstü örtülü dükkânlar ve önü saçaklı çarşılar anlamını veriyor. Bizim arasa her iki bakımdan da lügat anlamına uyuyor. Vaktiyle Arasadaki dükkânların önlerinin üstü baştan başa hasır ve bazı yerlerde bez kaplı idi. Son arasa yangınından sonra bunlar kaldırıldı. Yukarda da belirtiğim gibi ünlü çarşımızdaki iş ve sanat kolları sırayla ve kısım kısım ayrılmıştı. Demek oluyor ki, aslı (arasta) olan kelime zamanla (arasa) olarak halkın diline yerleşmiştir, Hoşça kalın sayın dinleyicilerim.

(Gaziantep Radyosu)