Gaziantep’in Doğu kuzeyindeki iki ilçesinden birinin adı olan Araban aynı zamanda ortasında kurulu bulunduğu geniş düzlüğün de adıdır. Halk ilçe merkezine Altındaş, düzlüğe Altındaş Ovası der. Eskiden (Kalei Zerrin, Kesikbaş Kalesi) diye adlandığı rivayet edilir. Kale eski tarihi metinlerde Raban olarak geçer. Araban sözünün bu kelimenin değişmiş bir teleffuzu olduğu anlaşılıyor. Ra’banın kelime olarak anlamını tayin etmek zordur. Eğer sözcüğün aslı (raiban) ise çoban, bakıcı, muhafız manalarını ifade eder, isimler gökten iner derler ama her adlanışın şüphesiz bir nedeni vardır. Altındaş ve Kal’ayı Zerrin isimleri düşüncemizi kuzeyindeki Kızıldağa çevirir. [1] Acaba diyoruz vaktiyle üstü sık ormanlarla kaplı bulunan ve antitorosların bir kolu olarak Fırat’a kadar uzanan bu dağda altın madeni mi vardır?

Kale üzerinde şimdiye kadar arkeolojik araştırmalar yapılmadığı için eski tarihi hakkında asaslı bir bilgiye sahip değiliz. Ancak tarihi kaderinin çevresinde bulunan büyük merkezlerin kaderiyle sıkı bir bağlılığı olduğunda şüphe yoktur. Bu sebeple Araban tarihini Besni, Maraş, Gaziantep ve Urfa'nın tarihi ile birlikte mütelaa etmek gerektir. Buna göre Etilerin, Huri, Mitanilerin, Asurilerin, hanlıların, Süryanilerin, Ermenilerin, Romalıların, Bizanslıların, Arapların, egemenliklerine girip çıkmıştır.

Bölgede tesadüf edilen eserler vaktiyle bu çevrede hıristiyanlığın büyük ölçüde geliştiğini göstermektedir. Kalede cami olarak bilinen tarihi yapının kiliseden bozma, Elifte gözetleme kulesi denilen eserlerin de bir kilisenin çan kulesi olduğu söylenir. Süpürgüç Köyünün kuzeyinde bir yer altı manastırının bulunduğu yaygın bi rivayet halindedir. Bu manastırda dolmuş bir kuyunun içinde gizli bir odada altından bir Isa heykelinin bulunduğu rivayetin çekici yanıdır. Vaktiyle hıristiyanlığın belli başlı merkezlerinden biri olarak bilinen ve Havaruyundan Yuhannanın mezarının, sadra denilen kuyu içindeki mağarada da İncilinin müsvetteleri saklı bulunduğu rivayet edilen Rumkale ile Altındaş arasındaki mesafe uzak değildir.

Ra’ban kalesi üzerindeki arkeolojik bir araştırma bize toprak yığınının altında yatan nice gerçekleri öğretecektir.

Arap tarihçisi Yahya oğlu Belazurî, Raba- nın Dülükle birlikte hicretin on altıncı yılında ikinci Halife Hazreti Ömeriıı Suriye hareketine komuta eden Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın öncü komutanı Ganem oğlu lyas tarafından haksız olarak zapdedilip İslam ülkeleri içine katıldığını yazar.

İslam ansiklopedisinde kaydedildiğine göre Arapların kuzey fütuhatı üzerine İslam ülkesi ile Bizans memleketini birbirinden ayıran Suriye - Küçük asya askerî sınır sahalarına ilkin (cünt) [2], askeri bölge, sonra bu askeri bölgelere cünd-avasım veya kısaca al avasım adı verildi. Hatta bu askeri bölgeler kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrılmış, güneydekine avasım, kuzeydekine şugur adı verilmiştir, işte Araban bu müstahkem kuşağın içinde bulun maktaydı. İslam ansiklopedisi Ra’bandan bahsederken şehir sözünü kullanmaktadır. Bu ifade bize Rabanın yalnız bir kaleden ibaret olmayıp yanlarına şehir de kurulmuş olduğunu anlatıyor.

Tarihin belli akışı üzere ilk İslam Arap cumhuriyeti olan Hulefayi raşidin devrinden sonra Emevilere, daha sonra Abbasilere geçen Araban, Harunireşit devrinde Avasım içinde bulunan yerler gibi temamiyle askeri bir teşkilata bağlanmış, önemli noktalara daimi kıtalar yerleştirilmiştir.

Ra’ban kalesi Kızıl ve Kara dağların çerçevelediği ovanın orta yerinde Dülük Besni kalelerinin yolu üzerinde bulunmakla askeri bir merkez olduğunu tahmin etmek hata sayılmaz.

Ra’ban İslamların fethinden sonra tekrar Romalıların eline düşmüş ise de Abbasiler zamanında geri alınmıştır.

Ra’ban miladî onuncu yüzyıllarında Musul’da teşekkül edip sonra Halep’e intikal eden Hamdan Devletine tabi bulunmakta iken, Halep hükümdarı Sad-al devleti zamanında yine Romalıların eline geçmiştir. Bundan sonra sıra ile Anadolu Selçuk Devletinin, Ermenilerin, Urfa’daki Edes Kontluğunun, Suriye Atabeylerinin, Artuk Oğulları’nın, tekrar Selçuk Oğulları’nın Eyubilerin, Halep Kölemenlerinin, yine Ermeni krallarının, Hülagunun, Dülkadir oğullarının, Teymurun, Mısır Kölemenlerinin işgal ve istilalarına uğramıştır. Yavuzun Mısır seferinde de Osmanlıların eline geçmiştir.

Araban’ın yeni çağda Tilhalit, Tılbaşar, Dülük ve benzerleri gibi eski önemini kayıp ettiği anlaşılıyor. 1632’de yazılan Koçu bey Risalesindeki idari bölümde adı geçmiyor. O zamanlar buranın boybeyliği olduğunu tahmin ediyorum.

Yukarıda da dokunduğum gibi Altındaş Kalesinin ve çevresinin arkeolojik araştırma ve sondajdan geçirilmesi çok faydalı olur. Bu sayede hem bölgenin eski tarihi durumu aydınlatılır, hem de turistik değeri ortaya çıkarılır. Çünkü yukarıda işaret ettiğim gibi bir toprak yığını halinde bulunan kalenin önemli yapıt ve tesisleri kabsadıgına dair işaretler vardır. Kiliseden bozma cami binası bunlardan birdiir. Camiin batısında hamam olması mümkün bir yapıt harabesi daha vardır. Kalenin çevresinde burçlar bulunduğu da anlaşılıyor.

Araban birkaç yüz yıl sonra tekrar idari önem kazanarak ilçe haline gelmiştir.

Kaynaklar:

Kamusul Alem, İslam Ansiklopedisi, Fütuhul Büldan, Sivas Şehri, Şark ve Garp kaynaklarına göre Antep ve Tılbaşar Kaleleri.

Cemil Cahit GÜZELBEY


[1] Kızıldağ'ın eski Türk yurdunda bir dağın adı olduğunu Radlof Sibirya seyahat namesinde kaydeder.

[2] Cünk sözcüğü fikrimizi Gaziantep’in doğusunda bulunan Cünüt Dağı üzerine çekmektedir. Ben Cünüt kelimesinin cündün Türk dilinde teleffuzu olduğunu sanıyorum. Kaldıki yanındaki Humanız Hüyüğü Mehdi Kalesi adiyle anılan bir kale olduğu söylenir.