Yine bu sütunlarda, eldeki kaynaklardan faydalanarak (Araban Tarihi hakkında bir Deneme) başlığı altında bir araştırma yazısı yayınlamıştım. Bu yazımda da Araban’ın Folklorundan ve kimi özelliklerinden söz edeceğim.

Bölgemizde kimi kaleler var ki adlarında ya bir maden, ya bir taş bulunmaktadır. Örneğin Ravanda kalesi (Tunçtan kale); Burcu Rassas, Kurşun burcu, kalesi demektir. Tılbaşar kalesine Kala-i Selaser veya Selasel de denir. Selasel zencir demektir. Araban kalesi de Kala-î Zerrin Altuntaş kalesi diye anılır. Gaziantep ve Birecik kaleleri birer taş adını taşımaktadırlar. Birinciye Kala-i Füsus, İkinciye Kala-i gevher niğin de denilir, Füsus yüzük taşı demektir. Gevher, elmas, kıymetli taş gevher, niğin elmas yüzük anlamına gelir.

Araban denilince gözlerinizin önüne batıdan doğuya şerit gibi uzanan iki dağ, bu dağların arasında yayılmış bir ova, güneydeki dağın eteğinden akan bir ırmak, ovanın ortasında bir kale harabesi olan bir hüyük gelmelidir. Kuzeydeki (kızıl) güneydeki (kara) sıfatlarıyla söylenilen iki sıra dağ bir zamanlar ormanlarla kaplıymış. Karadağın kuzey eteğinden akan Karasu daha gürmüş. Bu ırmağı besleyen pınarlar da cömertmiş. Şimdi dağlar çıplak, pınar cılız, ırmak sakindir. Doğuda Fırat yakınlarında kalan ormanları oduncular, geyik sürülerini avcılar tüketmek üzeredir.

Doğu ve kuzeydoğudan Suriye ve Mısır’a gelip geçen kervanların yolu üzerinde, çok verimli topraklara sahip bulunan Arabanın bu nitelikleri, çevresindeki devletlerin iştahlarını çekmiş, birçok sitilalara uğramıştır. Bu nedenle bir çok uygarlıkların maddi ve manevi eserlerini taşımaktadır.

Son zamanlarda; Sayın Emekli general Cevdet Çulpan'dan öğrendiğimize göre Musul Atabeyi Bedreddin Lölö Araban’da bir köprü yaptırmıştır. Bu köprü üzerinde şu kitabe bulunmaktadır:

"Bismillahirrahmânir rahim emere biimaretihili vechillahi taâlâ ve li mesalihil müslimine elmevla essultan elmelikü errahimü elâlimü elmüeyyedü elmuzaf ferü elmücahidü elmürabitü bedriddünya veddinrüknül islami velmüslinim seyydülmülkü vesselatin... limelikü... bedrettin lulu”

Yazıtın Türkçesi:

Bunun yapılmasını Allah rızası ve müslümanların meslihatları için efendi, padihşah, bilgin, adaletli, müeyyit, muzaffer, mücahit, murabit (nöbet bekleyen) dünya ve din ayı, İslamların, müslümanların amudu, padişahların sultanların efendisi Bedrettin Lu Lu emretti.

Emekli olduktan sonra birçokları gibi yangelmeyen ve kendini araştırmalara veren, bu nedenle gıyaben derin bir hayranlık duyduğum sayın generalin faydalandığı kaynaklara dayanarak belirttiğine göre Araban 637 (M. 1239) de zaptederek ölümüne kadar Bedreddin Lu Lu’nun elinde kalmıştır. Kitabede birler hanesi 3 yüzler hanesi 6 olarak okunmuştur. Onlar hanesi okunamamıştır. Bu nedenle kitabenin ve köprünün yapılış tarihi 643 veya 653 olması gerektir.

Yukarıda sözü geçen köprü olsa olsa Karasu üzerinde olmalıdır. Karasu üzerinde eskiden kalma, bugün yalnız yıkık ayakları kaldığı söylenilen iki köprü vardır. Halk bunlardan batıdakine (Sultan Murat) doğudakine (Habeş) köprüsü diyor. Bedrettin Lulu’nun yaptırdığı doğudaki olsa gerek. Bununla beraber kesin hüküm köprülerin mimari bakımından incelenmesi sonucu verilebilir. Düşündüğüm bir ön incelemeyi, özel bütçemde bu iş için ödenek bulunmadığından yapamadım.

Araban’ın büyük köylerinden (Süpürgüç)ün güney batısında, Elif köyüne ne giden yol üstünde ve sağ tarafında (Kale Burnu) denilen yerdeki kayada, geyiğe binmiş, elinde mızrak bulunan bir savaşçı kabartması olduğu adı geçen köylüler tarafından söylenmektedir. Buna kıralın heykeli diyorlar. Mızrakla bir şey işaret edilmekte imiş. İşaret edilen yerde, zaman zaman eski paralar ve eserler elde edilen bir harabe varmış.

Altuntaş’la Besni arasında (Kızılkaya) köyünde dik prizma biçiminde 3 sütun bulunduğu da söyleniyor. Burada birde öküz heykeli bulunmuştur. Bu heykelin roma devri eseri olduğunu sanıyorum.

Araban ile Yavuzelini birbirinden ayıran Karadağın üzerinde bulunan Elif, Hisar ve Hasanoğlu köyleri onun Bizanslılardan kaldığı anlaşılan 3 kulenin varlığı ise herkesce bilinmektedir.

Bütün bu maddi eserlere Ardıldan Altuntaş kalesine uzandığı rivayet edilen su yolunu da eklemek lazımdır.

Maddi eserlere ilişkin yukarıki açıklamadan sonra bu yazının asıl ağırlığını teşkil eden Araban Folklorundan kimi konulara gelelim.

Altuntaş kalesi Abdullah adında bir İslam emir tarafından kurulmuştur. Bu sırada Ceç Hüyük’te bir kale halindeymiş, kaledeki derin bir kuyuda bir dev yaşarmış. Dev yakınlarında bir kale yapıldığını öğrenince bir gün buraya baskın yapmış. Abdullahı yakalayıp başını gövdesinden ayırmış çocuklarını ve karısını esir ederek götürmüş. Bunun üzerine Abdullah’ın kesik başı Medine’ye giderek olup bitenleri Hazreti Muhammed’e anlatmış.

Kesik başın hikâyesini dinleyen peygamber, huzurunda bulunanlara, içiniz de bu devin hakkından gelecek kimse var mı diye sormuş, Hazreti Ali hemen “emret ya Resul ullah” diye ayağa kalmış. Peygamberin kabul etmesi üzerine hazılığını görmüş. Hazreti Muhamed’in elini öperek yola çıkmakta iken, kesikbaşı birlikte götürmek için yerinden kaldırmak istemiş ise de oynatamamış bile. Kesikbaş siz gidin ben arkanızdan gelirim demiş.

Hazreti Ali Düldülün başını Araban’a çevirmiş. Hızla yolları tüketmeye başlamış. Bir aralık ne görsün? Kesikbaş kendisinden ileri de yuvarlanarak gitmiyor mu?

Hazreti Ali Kale-i zerini geçtikten sonra devin sarayının bulunduğu Ceç hüyüğündeki kuyunun başına gelmiş. Kement atarak 3 gün 3 gecede dibine inmiş. Uykuda olan devi Züifikârla ikiye biçmiş. Kesikbaşın karısını çocuklarını kurtarmış. Bundan ötürü Altuntaş’a (Kesikbaş kalesi) denmiş. Arabanlılara göre İslam mitolojisinde yer alan Kesikbaş hikâyesinin menşei Altuntaş’tır.

Altuntaş kasabasının kuzeyinde, yan yana sıralanan 5 tepe bulunmaktadır. Bunların ara yerinde (Ziyaret) adıyla bir köy vardır. Köyün yaslandığı tepe üzerin de, cennetlik oldukları Peygamber tarafından müjdelenen 10 İslam ulusundan (Sait ibni Ebi Vakkas)ın türbesi bulunmaktadır. Sait bu çevrenin İslamlar tarafından fethinde şehit olmuştur. Gaziantep, Besni yolunun geçtiği (Ziyaret Çayı) denilen derede Küffarla savaşırken, sıkışmış, yanı başında bulunan bacısı Ayşe Fatma’yı tutup, doğuda, (Yağlıca) köyünün kurulduğu sırtındaki tepeye fırlatmış, düştüğü yerde, kaya kendiliğinden yarılarak Ayşe Fatmayı içine almış. Nasılsa saçları dışarıda kalmış. Bu yerden her İlkbaharda bir ot biter. Sonbaharda kururmuş. Çevre kadınları bu otu koparır, kaynatır, kına yerine saçlarına yakarlarmış.Bu kadınlar otun Ayşe Fatma’nın saç köklerinden çıktığına inanırlar. Ayşe Fatmanın mezarının bulunduğa kayada bir delik vardır. Boğmaca olan çocukların üstüste 3 cuma bu delikten geçirilmeleri üzerine hastalıktan şifa bulacaklarına inanırlar.

Her yıl haziran ayı içinde buğday yolmalarına girilmezden önce Altuntaş ve bu çevredeki köylere tellallar bağırtılır, haberleşilir. Birgün önce türbede kesilecek kurbanlar bir çobana katılarak gönderilir. Ertesi günü sabahleyin erkenden, kap kacak, açkı yiyecekler yüklü hayvanlar yaya veya binili, kasaba ve köyler halkı türbenin yolunu tutarlar. Önce Sait Vakkas’ın, sonra Ayşe Fatmanın türbeleri ziyaret edilir. Bundan sonra kurbanlar kesilir. Yemekler yapılır. Yenilir, içilir eğlenilir. Akşam herkes yerine döner. Sözü geçen türbeleri ziyaret için ta Besniden Adıyamandan gelenler olur, Böylece ziyaret günlerinde türbelerin başı bir panayır halini alır.

Çevredeki Vakkas adının çokluğu Sait ibni ebu vakkas’a nisbetlenir.

İlçe merkezinde halkın saygı gösterdiği, önünden geçerken durarak fatiha okudukları iki yatır daha vardır. Bunlar iki kardeşmiş. Birinin adı (Yusuf) öbürününkü (Garip)tir. Baş ağrısı bulunanlar bu türbeleri ziyaret ederek manevi yardım isteğinde bulunurlar.

Altuntaş kasabası yakınında (Kayelere) adındaki başka bir yatırında, toprağından yapılan çamuru romatizmalı hastalar sürerek türbede yatan devletlinin kudsiyetinden derman umarlar.

Atalardan anlatılageldiğine göre: Bir gün Altuntaş kalesi düşmanlar tarafından saldırıya uğrayarak çevrilmiş. Kale günlerce dayanmış. Meğer Ardıl köyünden gelerek kalenin altından geçen su yolunda balık, kaledekilerin yiyecek ihtiyaçlarını karşılıyormuş. Bunu bir casusdan öğrenen saldırganlar hemen su kanalının yerini bularak bozmuşlar. Susuz ve yiyeceksiz kalan kale savunucuları teslim olmuşlar, Kale düşmüş.

Altuntaş kalesinin ilk yapılışında köylerden salyan suretiyle toprak istenilmiş. Binlerce beygir, katır, eşekle toprak taşımışlar. Kalede bulunan bir taşta, Fakılı köyünün bu toprak salyanından bozan kaldığı yazılıymış.

Kalenin içi taşlarla örülmüş bir tonoz halinde imiş. Oda ve sofalara bölümü imiş. Bu odalardan birinde, altundan bir öküz heykeli ile bir saban saklıymış. Kalenin adındaki altun sözcüğü bundan ileri geliyormuş.

Bir süre önce kale eteğinde yapılan bir kazıda bir zırhlı ile bir de aslan heykeli bulunmuştur.

Kalenin tam üzerinde şimdi kapanmış bulunan bir kuyudan özel bir yolla tabana inilîrmiş. Bu kuyudan Ardıldan gelen suyun üzerine inildiği sanılıyor.

Altuntaş’ın batısındaki (Süpürgüç) köyünün kuzeyinde Karacaören adında geniş bir harabe bulunmaktadır. Burası vaktiyle büyük bir şehirmiş. Süpürgüç Abbasilerin, Altuntaş ve Karacaören Bizanlıların elinde imiş. Karacaörenin topal bir kadısı varmış. Sık sık Altuntaş’ a gider gelirmiş. Birgün Süpürgüclüler kadıyı yolda yakalıyarak öldürmüşler. Bunun üzerine kaledeki Bizans komutanı çok kızmış. Süpürgüç için "yakın yıkın, süpürün geçin" demiş. Bizans askerleri köyü yerle bir etmişler. Bundan ötürü köyün adı Süpürgüç kalmış.

Süpürgüçte kürtçe konuşan sesler duyulur. Fakat bunlar Baziki, yani Bozok Türkmen aşiretinden olduklarını bilirler. Çevre halkının Türklüğüne bir işarette köy sınırları ve sınırlardaki bütün yer adlarının Türkçe oluşlarıdır.

1- Yukarıdaki yazıda Araban hakkında bilgiler ilçenin sayın belediye başkanı Mahmut Öğütcü’den Süpürgüçe ilişkin söylentilerde bu köylü Gaziantep Özel İdare şube müdürlerinden Müslüm Ateş’ten not edilmiştir.

2- Sayın generalin bana gönderdikleri 14.9.1967 günü mektuptan alınmıştır.

3- Arapça metin Gaziantep müftüsü sayın Şerif Periye tercüme ettirilmiştir.

Cemil Cahit GÜZELBEY