Sayın dinleyicilerim

Bu konuşmamda Gaziantep’in Alleben denilen ünlü bir deresinin kenarında dolaşacağız. Ünlü diyorum, Çünkü: Gaziantep’le biraz ilgisi olupda bu adı duyup öğrenmemiş kimse hemen hemen yok gibidir. Çok vakit Antep denince Alleben hatırlanır. Bu durum dereboyunun eski, güzel bir şehre eğlence yeri olması kadar, kelimenin ağızdan çıkışındaki özellikten de ileri gelmektedir.

Deremiz neden bu ismi aldı? Önce adlanışın hikayesini söylüyelim:

İkinci Halife Hazreti Ömer’in orduları Suriye’yi baştan başa ele geçirdikten sonra öncü komutanı Ganem oğlu İyaz’ın çölleri aşan birlikleri dağlık bölgeye girmiş, bir gün önlerine iki yanı bağlar bahçelerle kaplı şirin bir dere çıkmıştı. înci gibi kumlar arasından çağıldıyan sular, ağaç dallarından sızan güneş ışıklarıyle yer yer parıldıyor, ak pak kayalardan atladıkça kaynayan süt köpüğü gibi kabarıyordu. Derenin iki yanında büyüklü küçüklü pınarlar kaynıyordu. Bu pınarlardan, yanları diz boyu otlar, yoğurt çiçeği, gelincik ve kır menekşesi ile çevrili birinin başında durdular. Önce dere ve pınarın akışına hayran hayran baktılar. Sonra avuçlariyle kana kana içtiler.

Pınarın başına sıralananlardan genç bir subay yüksekçe bir yere oturmuş kendini önündeki doğal güzelliklerin çekimine bırakmıştı. Kimbilir belki geride bıraktığı yavuklusunu, annesini, babasını düşünüyor, belki de mehtaplı çöl gecelerinin ruhuna dolan enginliği ile önündeki büyüleyici manzarayı karşılaştırıyordu. Bir aralık yerinden kalktı. Avuçlariyle tekrar su içti Derenin ak köpüklerine bir daha baktı. Yanındakilere dönerek konuştu:

— Aynülleben! Aynülleben!

Oradakiler, arkadaşlarının buluşunu beğenmişlerdi. Bir ağızdan tekrarladılar:

— Aynülleben! Aynülleben!

Arap savaşçıları derenin köpüklerine, pınarın suyundaki tada bakarak süde benzetmiş, süt pınarı adını koymuşlardı.

Aziz dinleyiciler,

Bu olayın üzerinden yüzyıllar geçti. Hazreti Muhammedin kurduğu Cumhuriyet, Muaviye tarafından kıratlığa çevrildi. İslam Arap devleti büyüdükçe büyüdü. Koca bir imparatorluk oldu. Türk elinin bir bölümü de imparatorluğun sınırları içine girmişti. Bu girişte Türklerin unutamadıkları acı olaylar sıralanmıştı. Amma çok geç. meden Türk kargı ve mızraklarının başbuğ olarak arkasından gittikleri Horasanlı Ebumüslümün teberi soydaşlarının intikamını aldı. İslam saltanatını Emevilerden Abbas Oğullarına geçirdi. Üstelik Halife Harun Reşit bir Türk kızı ile evlenerek tahtına bir varis de bırakmıştı.

Bir gün eniştelerine Bizans sınırlarında görev verdi. Antep kalesine üstlenen Türk akıncıları silah arkadaşları Arapların Aynülleben dedikleri derenin adını, Millî şivelerine uydurup (Alleben) olarak söylediler.

Alleben! bugünkü haliyle görenler haklı olarak büyük şöhretinin yersizliğine hükmederler. Gerçekten kuraklık yüzünden pınarlarının kuruması, iki yanındaki tarlaları yeşerten Batal suyunun şehre alınması, sıralanan kır gazinolarının birer vesileyle ortadan kalkması, Allebenin değerini azalttı.

Geçmişin Alleben kıyıları keyif ehlinin toplantı yeridir, aşıkların hül. ya durağı, şairlerin ilham kaynağı idi.

Beşyüz yıl önce Antep pınarlarındanbir bölümünü anlatan İbrahim Balı, Alleben için şöyle der:

Üşol dördün biri Aynüllebendir.

Kânın şüıbü şifayi canı tendir.

Fıratın doğu kıyısında yurt özlemiyle tutuşan Hasırcıoğlu Antep’i Allebeni anarak düşünüyor:

Hele Aynüllebenin abı lâtif

Abı ammaki havadan da hafif

Bir bahar günü dere boyuna gezmeye giden Hasip Dürrü hoca gördüğü manzarayı bakın ne içten tasvir ediyor:

Vasfını söylesem Aynüllebenin

Ağzının suyu akar dinleyenin

Kahve hazır bulunur çay kaynar

Desti sakide kadehler oynar

Her erik ile hıyar suda yüzer

Baklava tepsisi başlarda gezer

Cilve ettikçe benatı tersa

Görenin aklını eder yağma

Alleben şehrin en yakın mesire yeridir. Havayı biraz uygun bulanlar mevsim düşünmeden seccadesini sepedini köfte leğenini kaptılarmı soluğu derenin kenarında alırlar. Allebende küfte de yoğrulur. Kazan da kaynar. Künefe de pişirilir, kebabda çevrilir. Fakat taşralıların söyledikleri gibi cagırtlak kebabı yapılmakla meşhur bir yer değildir.

Yeni Türk alfabesi çıkmazdan önce İstanbul Türkçesi ile aramızdaki şive farkı kelimelerdeki (Ayın) harfinin çatiatılmasıyle daha açık bir durum gösterirdi. Güneyimizdeki araplarla yıllarca süren münasebetlerimiz, medreselerin bunu bütünleyen etkileri, Gaziantep’ln Türklüğüne dokunamamış amma ağzımızı ve hançerimizi arap şivesine doğru eğmişti. İşte adımız gibi, çok kullandığımız aağm Alleben sözcüğünde de ayını çatlatıyorduk. Bu şive farkına takılmak istiyenler kutsal bir savaşın bayrağı olan adımıza saygı gösterdiler. Fakat Alleben kelimesinin yanına içinde ayın çatlatılan cagırtlak kelimesini de alıp aslı faslı olmuyan (Allebende Cagırtlak kebabı yeme) hikâyasini uydurdular. Deremiz üstüne köprüler kurularak, kıyılarına parklar kır gazinoları yapılarak çok güzel bir gezi yeri olmak şansına sahiptir. Bu hülya gerçekleştiği gün taşralı dostları Allebende cagırtlak kebabı şölenine çağırıyorum.

Fotoğraf:Allabenin Güzelleşterdiği (Kavaklık mesiresi)nin 1930 yılında bir görünüşü