Ali Bey’i ilkokul sıralarında, uzaktan tanırdım. İlkokulu bitirince Adana Tarım okuluna gitmişti. Onunla ilk ve yakın bilişimiz 1927 yazında oldu. O vakitler Kolej tepenin batısında, şimdi askeri birliklerin işgalinde bulunan düzlükte futbol oynardık. Yaz tatili dolayısıyla Gaziantep’e dönen rahmetli de aramıza katıldı. Bu sırada Kilis’le bir futbol maçı yapmış, 1-0 kazanmıştık. Bu maçta Ali bey kaleci, rahmetli Ali Ocak santrfor oynamışlardı. Maçın tek golünü Ali Ocak attı. Ben de yedek bek oyuncusu olarak çıkmıştım.

Kilis maçından ya birkaç gün önce veya sonraydı. Galatasaray’ı 4-1 yenen ünlü Silivya takımının Fenerbahçe’ye 1-0 yenildiğini haber aldık. Aramızda Ali beyin de bulunduğu bir gurup Fenerbahçeye kutlama telgrafı çektik.

Bundan sonra gerek öğrenim, gerek Ailemin geçici bir süre için Gaziantep’ten Malatyaya göçmesi dolayısıyla Gaziantep’e pek seyrek gelir, birkaç gün kalıp dönerdim. Bundan ötürü 11 yıl hiç karşılaşmadık 1938 Aralık ayının sonlarında Hakim sitajyeri olarak döndüğüm zaman onu Belediyede memur olarak buldum.

Gaziantep’e gelişimizden az sonra Şakir Sabri Yener ve Ali Nadi Ünler birlikte Başpınar dergisini çıkarmaya teşebbüs ettik. O zaman Yener, Halkevi Dil Edebiyat, Ünler yayın, Ali bey spor kollarının, başkanı olarak çalışıyorlardı. Rahmetli yalnız derginin çıkması için ağır basmakla kalmadı, abone kaydı için büyük gayret harcadı. Sosis Halkevinin Müzik ve Tarih kolu başkanı olarak bende aralarına katıldım Dostluğumuz bundan sonra günden güne koyulaştı. 1940 Ağustosunda askere çağrıldığım güne kadar haftanın 2-4 günü mutlaka birlikteydik. Nice gece alemlerine, yatılı ve gündüz sahralarına birlikte gittik. Son yatılı sahramız bundan birkaç yıl önce Necmettin Battal’ta konuğu olarak sof’ta olmuştu. İçkiyi sırf sofranın ahengine uyuşmak için az miktarda alırdı. Sonra büsbütün bıraktı.

Fotoğraf: 14.11.1929’da Maraş İdman Yurduna karşı 3-1 galip gelen Gaziantep Türk Ocağı Spor Kulübü mensubu M. Ali Budak, solda ikinci.

1939 Nisan’ında Battalhüyükteki Muhtar Göğüş’ün bahçesine bir akşam sahresine gitmiştik Sofra o kadar neşeli idiki, vaktin nasıl geçtiğini farketmemiş, orada sabahlamıştık. Yine o yılın ilk baharında çoğu Halkevli kalabalık bir toplulukla o sırada boruya alınmakta olan Şehir suyunun başı olsan Pancarlıya gitmiştik. Aradan 30 yıl geçmesie rağmen o zahrenin tadını hala unutamam.

İçki alemlerinde vakur kişiliğiyle daima ağır basar, nazım rolü oynardı. Başgösteren can sıkıcı bir olaya hemen el kor, tatlıya bağlardı. Onu hepimiz sever, sayar çekinirdik.

Fotoğraf: 19.10.1965 tarihinde Ankara’da yapılan Eski Muharipler Genel Kongresinde Ali Budak Başkanlık divanında bulunurken.

Fotoğraf: 11.10.1962 de Vali Osman Meriç’in Gaziantep’ten ayrılması münasebetiyle düzenlenen toplantıda Belediyeyi temsilen bulunan M. Ali Budak.

1939 Haziran sonunda Halkevi Temsil kolu ve kendinin tensip ve etkisiyle başkanı bulunduğum Çınarlı Spor Kulübünden kurulu bir topluluk Hataya gitmiştik. Topluluk o kadar (gayri mütecanis) diki, olağan üstü iyi idaresi bu kitleyi sızıltısız götürüp getirdi. Ama bu gezide yüzümüzden ne sıkıntılara katlandı.

Hatay’a varışımızın 2. günü sabahleyin saat 9’da Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen Harbiye’deki Resmi konakta (Şimdiki Defne oteli) bizi kabul edecekti. Harbiye’ye erkenden gitmiş, ünlü çağlayanı gezmek üzere dağılmıştık. Çağlayan hepimizi büyülemiş, 9’daki kabul törenini unutmuştuk. Vakit geldiği halde arkadaşları bir araya getiremeyen rahmetli, zor duruma düşmüş, kabul resmine toplayabildikleriyle katılmıştı.

1939’da dostluğumuzun günden güne sıklaştığı günlerde komşumuz da sayılırdı. Balıklı’da Mustafa Apa ve kardeşlerine ait evde otururdu. Sonradan Atatürk bulvarında şimdiki Dr. Mustafa Göğüş’ün apartmanın bulunduğu yerin karşısında bir eve geçti. Bekardı henüz, Ayvaz’ın Hamidesi adında çok iyi huylu yaşlıca bir aşçısı vardı.

Fotoğraf: 1965 yılında Türk Dil Kurumunun Genel Kurul Toplantısında Ankara’da bir araya gelen Gaziantep’in Kurum Üyelerinden bir gurup. (Ayakta soldan sağa doğru Turgut Ergin, Hulusi Yetkin, Cemil Cahit Güzelbey, M. Ali Budak. Oturanlar Haşan Remzi Çitçi, Ömer Asım Aksoy, Abdurrahman İpekçi.)

Aşçı dedim ama kadın çamaşır ve temizlik işlerine bakardı. Bizi defalarca bu evlerine yemeğe davet etmişti. Birinci yazım da belirttiğim gibi cömert ve konukseverdi. Bu yemek çağırıları kimi vakit kendisinden gelir kimi vakitte emrivakiler yapardık. Hiç unutmam bir defasında 12-13 yaşlarında bir çocuğu öğrettik, evine yolladık, akşama 5-6 kişilik bir ziyafeti bulunduğunu şu şu yemeklerin hazırlanmasını rahmetlinin ağzında söylettik. Hiç bir şeyin farkına varmayan Hamide bacı hemen sepeti koluna taktı, et, sebze meyve gibi gerekli yiyecekleri almak üzere çarşıya yollandı. Birlikte düşüp kalktığımız öbür arkadaşlara hemen haber uçurduk. Akşam olunca evin yolunu tuttuk. Kendi bizden biraz sonra geldi. Oturma odasına yemek salonu olarak kullandığı odadan geçilirdi. İçeri girip 5-6 kişilik servis, bir o kadar ekmek ve yemek garnitürünü görünce şaşırdı: Sessiz sessiz oturduğumuz içeri odadan "Hayrola Hamide bacı bu ne" dediğini, kadının "taman beyim misafirlerin var. İçerideler" cevabını verdiğini duyduk. Kıs kıs gülüyorduk. Kahkahamızı güç tutuyorduk. Az sonra gülümser bir yüzle içeri geldi.

Fotoğraf:M. Ali Budak uzun yıllar Gaziantep Kültür Derneğinde Başkanlık ve başkan vekilliği yapmıştır. 1966 yılında M. Ali Budak, Hulûsi Yetkinle birlikte Danıştay Üyelerini uğurlamadan denerlerken.

“Hoş geldiniz” dedi "arsız misafir ev sahibini bastırır derler” Misafir çağıran bu zamana mı kalır karşılığını verdik. Şaşılacak bir olgunlukla sizi kim çağırdı bile demedi. Yersiz gülmelerden, oyunu çakmıştı. Durumu biz açıkladık. Cevabı iki sözcük oldu: "Vay hınzırlar”

Bundan sonra başka bir çareye baş vurduk. Bu yoldanda bir kaç yemeğini yemiştik. İki arkadaş danışıklı olarak kavga ediyor, küsülüyorduk. Başka birimiz, bunu kendine anlatır, bunları nasıl etsekte barıştırmak diye düşüncesini soruyorduk. İyi niyetli ve iyi kalpli arkadaşımız sevdiği, hele kadromuzda bulunan iki arkadaşının küsülü kalmasına dayanamaz. Bir ziyafet verir, ikisinide bulundurur, sofrada bunları barıştırırdı. Sonra bu duruma da Haber verdik yine karşılığı “Vay hınzırlar” oldu. Hemen söyleyeyimki bizde kendinden canımızı bile esirgemezdik. Ünlü deyimle dediği yere tüyümüzü dökerdik. Bu arkadaş kadrosunda Osman Tuzcu, Necmettin Battal, Reşat Güzelbey ve şimdi adların hatırlıyamadığım 23 kişi başta gelirdi.

Ali Budak 1940-1941 yıllarında 2,5 yıla yakın süren askerliğim sırasında en çok mektuplaştıklarımdan biriydi. Bugün o mektupları, kendine hitap ederek yazılmış manzumeleri değerli bir anı belgesi olarak saklarım. Tahmin ederim ki kendi evrakları arasında da benim mektuplarımdan şiirlerimden niceleri çıkacaktır.

1948 yılı güzünde resmi görevden ayrılıp Gaziantep’e yerleştikten sonra dostluğumuz özdeş sıcaklığıyla sürdü. Ancak 1950 yılı sonunda kendimi politika seline kaptırığm zaman günün sert koşullarına uyarak ondan uzak durur oldum. Zaten çocuk çoluğa karışmıştık. Eski temponun devam etmesine esasen imkân yoktu.

1957 olayları dolayısıyla Yozgatta tutuklu bulunduğum günlerde devrin getirdiği koşullar karşısında kimi durumlarda çekingen hareket eden ve bunda haklı olan rahmetli her şeye rağmen mektup yazarak beni arayıp soran sayılı dostlardan biri oldu.

1959 yılında Kültür Derneğinin yönetim kurulunda gene birlikte çalışmaya başladık. Başkanı bulunduğu ve Şakir Sabri Yener hocamızın da üyesi bulunduğu yönetim kurulunda 1939 da halkevi günlerindeki havayı bulamadık kültür çalışmalarında düşünce birliği halindeydik. Aramızda bir Ali Nadi Ünler eksikti. Ali Nadi Ünler’den yeni kurulan Halkevinde çalışmalara başlamıştık. 1965 de kimi düşüncelerle derneğin, bizim gibi düşünmeyen kimseleri çatısı altına kabul eylemesi politikaya kayar gibi olması onu üzmüştü. Bunu birkaç defa bana açıkladı. Bununla birlikte son zamanlarda dernekle fiili ilgisi azalmasına rağmen Belediye yardımları yönünden desteklemekten geri kalmadı.

Şeri Mahkeme sicillerini Beledi hesabına incelemem söz konusu olunca bu çalışmaların gerçekleşmesi için candan yardımcı oldu. Ve olmakta devam ediyordu.

Benim gibi fakat benden çok eski bir dil kurumu üyesi idi. Yerli ağzımız hakkında derlemeler yapıp gönderdiğini Sayın Ömer Asım aksoy’un (Gaziantep Ağzı) adlı yapıdan öğreniyoruz. 1966 ve 1969 kurultaylarına birlikte katılmıştık. Son kurultayda Sayı Hikmet Turan Dağlıoğluyla kaldıkları otelin lokantasında birlikte bir akşam yemeği yemiştik. Dağlıoğluyla benim birkaç kadeh attığımız neşeli sofra onunla son soframız oldu. Ölümünden bir ay önce karşılaşmış, birkaç laf etmiştik. Bu da son karşılaşmamızdır. Son hastalığını hiç duymamıştım. Cenazesi ise 2 Kasım 1969 Pazar günü hazing bir törenle Gazianepte kaldırılmış, cenazesine katılamadığımdan üzüntü içindeyim. Bir baba, bir kardeş kaybetmiş gibi zaman zaman yüreğim caz caz yanıyor.

10 Kasım 1969