Önümüzde üç imzalı bir mektup var. Bu satırların yazarını tanıyan üç arkadaş toplanmış, oturup sayfalar dolusu bir mektup yazmışlar. Yazılarımdan dolayı beni, kötümser olmakla suçlandırıyor. “Günerciğim(!) diyorlar, önemsiz bazı olayları gözünde büyütüyor, büyük, büyük sözlerle bir sürü, kendince davalar ortaya çıkarıyorsun… Yok futbol illeti imiş, yok bar düşkünü avare gençlik imiş, yok manevi değerler imiş, yok Don Juanlar imiş... N’oluyoruz yani? Bütün bunlar da ne demek oluyor? Eğer, bugün bu gibi meseleler var ise bunun mes’ulleri bizler miyiz, yoksa bizden öncekiler ve ailelerimiz mi?”

Üç arkadaşımızın gönderdiği mektubun hiç olmazsa, yarısını buraya anlatmak isterdim. Ne yazık ki, buna imkan yok. Halbuki ne ibaretle okunacaktı.

Sayın üç arkadaş! Sizin bir çağdaşınız olarak, düzeltmeğe muhtaç türkçemle, talihsiz “Sokak” dergisinde ve şimdi kapalı bulunan iki gazetede, karınca kaderince yazılar yazdım. “Kültür” deki iki yazımda da belirttiğim gibi, sizin kabul etmediğiniz fakat, kabul eder göründüğünüz bugünkü acıklı durumumuz üzerine davalar ortaya çıkaran, fikirler öne süren yalnız başıma ben değilim. Bunu üstadlarım yapıyor. Ben de gücümün yettiği kadar bir şeyler katarak o fikirlerin, o hayati davaların savunucusu rolünü kendi çevremde oynamağa çalışıyorum.

Yazdıklarıma karşı “N’oluyoruz yani? Bütün bunlar da ne demek oluyor?” diyerek, bana sitem ediyorsunuz. Olan bir şey yok! Yok ama, haftanın yedi gününde de haşır-neşir olduğunuz futboldan, gazetelerin spor (aslında futbol) sayfalarından, Kız Enstitüsü önünde volta atmaktan, tavla, domino, bilardo, üç kağıt (sizin tabirlerinizdir), poker, pişpirik, blum, kaptıkaçtı, altmış altı, bom, rafa oyunlarından ve içki masraflarından başınızı kaldırır: Bir an bütün bunlardan ayrılırsınız, o zaman “N’olduğunu” görürsünüz.

Siz beni, ben de size tanıyorum.. Söyleyin: Hangimiz evinde Mayk Hamber’den başka kitap, “Pazar, Renk ve Hayat” tan başka dergi vardır? Haydi söyleyin. Vardır deyin! Diyemezsiniz! Niçin mi? İşte, “niçin” yukarıda saydığım başınızı kaldıramadığınız ve bir an olsa onlardan ayrılamadığınız şeylerdir. Eğer onlardan başınızı kaldırsanız ve bir an ayrılsanız bütün “niçin”lerin manaları gün ışığı gibi karşısınızda dikilecek ve göz yaşlarınızı tutamıyarak yazıklar olsun diyeceksiniz. Evet, dediğimi yapın, bu sözü haykıra haykıra söyliyeceksinizdir. Tabii o gücü, o cesareti, o Aziz Atanın anladığı gençlik ruhunu, aşağılık duygusunu kendinizde buluyorsanız.

“Eğer, bugün bu gibi mes’eleler var ise, bunun mes’ulleri bizler miyiz, yoksa bizden öncekiler ve ailelerimiz mi? diyerek, suçu, sorumluluğu üzerinden atmağa gelince... İlk elde haklısınız diyeceğim.

Ancak gelen nesil, daima giden nesli; giden nesil de daima gelen nesli suçlandırır. Her derdin, her aksaklığın her sosyal yaranın başı olarak daima birbirlerini suçlarlar. Gerçi, şimdi sizler de giden nesli suçlayabilirsiniz. Ama, bu biraz da haksızlık olur. Çünkü her gelen nesil bir önceki neslin yapmadığı, yapamadığı işleri yapmak durumundadır. Yoksa birbirimizi suçlamakla sorumluluklarımızı üzerimizden atarsak hiç bir şey yapmış olmayacağımız gibi, var olup olmamamız arasında da bir ayrılık olamaz. Bunun için savunmalarınız haklı olmaktan çok uzak. Suç sizde değilse, suçlu durumuna düşmemek için sorumluluklarımızı yerine getirmeğe gayret edelim. Ailenizin veremediği faziletleri siz çalışarak alnınızın teriyle kazanınız. Bilemezsiniz, kazancın bu türlüsü ne güzel, ne hoştur.

Bütün bunlara kavuşmak için de, yukarıda saydığım hastalıklardan başların kalkması, gönüllerin ayrılması gerektir.

Ama, yine dersiniz ki, Batı kainatı fethe hazırlanıyormuş, sosyal davalarının yarasından fazla halledilmiş, hürriyet mücadelesi diye bir konu kalmamış, yedisinden yetmişine kadar herkes okuyormuş, bir çok şehirlerinde okuma-yazma bilmeyenlerin de sonuncuları ölmek üzereymiş, kiliseleri doluymuş, dinlerine, manevi değerlerine bağlı imişler, hazinleri tıklım tıklım doluymuş, mazisi bile olmayan milletler şimdi nice medeniyetler kurmuş milletlere borç para veriyor ve bağışta bulunuyorlarmış da bize ne!..

Ben de o zaman gerisini size bırakıyorum derim.

M. Güner SAMLI