Dinle Türk oğlu hazırlandı bu şölen gecesi Cilasîngökçeye mekretmenin en kahbecesi

  • Oğuz diiile

Gece Karanlık bir gece... Karayer derin bir ıssızlık İçinde. Hiç bir ışık balkınmıyor. İraktan bakılınca, evren gibi aşınmış duvarları ile Belgrat kalesi görülüyor. Bu dölek gecede arasıra bir atın ukraması, bir nekkarenin kof gürültüsü duyuluyor. Sonra kalede nöbet gezen çerilerîn uyumadıkların! bildiren buzlamarı...

İşte bu karanlık gecede, Belgrat kalesinin kapısı önünde, kuş gibi seğirden, atının köpüklenen cılavını tartan bir yahşi atlı göründü. Üzengilerinin üzerinde ayağa kalkarak Ünledi:

— Bre hey... Kapı kullan.. Bre nerdesiz? Heyyy...

Görklü Alp'in sesi kale duvarlarına çarparak derîn yankılar yaptı. Biraz sonra bu ünlemeyi dolgun ve tok bir ses söyledi:

— Kimdir O ?

Yahşi atlı boyladı:

— Tımarlı Sipahi Gündar. Paşadan şevketli vezire name var.

Gene derin bir sessizlik .. Ne kadar geçti bilinemez, biraz sonra ulu kapı büyük gürültülerle yabyab açıldı Bideyi atlı köprüden atını sürdü. Nöbetçiler kapıda elindeki bitiği incelediler, yom alıp, yön verdiler. Gündar atı na mahmuz vurdu, ileriye atıldı. Kara gecede, sokaklarda, demirle taşın çarpışmasından renkler belirdi, taşlar alaldı.

At ayağı külük, ozan dili çevik olur. Gündar sadrazam denilen olülü kişinin konağının kapısında eyleşiyordu. Nihayet uzun boylu, geniş omuzlu, kunt, koç bir yiğit geldi Sipahiyi başından ayağına kadar süzdü:

— Devletli sâna muntazirdır dedi.

Uzun boylu yiğit önde sipahi arkada dar ve karanlık dehlizlerden geçtiler, bir kapı önünde durdular. Uzun boylu yiğit kapının işlemeli çuhasını kaldırarak ünledi:

Kulunuz Gündar Sipahi.

Kara geceden, âk ışığâ girerv Sipahi şaşaladı. Geniş adımlarla ilerleyerek sadrazamirç.önüne geldi Baş eğdi, kol kırdı. Sonra kara pulat Öz kılıcının yamacında duran atlas keseyi kavradı içindeki bitiği sadrazama verdi

Sadrazam bitiği okudu, yüzü bunlandı, yay kaşları büzüldü. Çöhge gözlerini sipahiye çevirdi, onun sırma He işlenmiş çuha capkenînt; yırtılmış başlığım, kana bulanmış poturunu,, yatağan yaralarım; süzdü;

— Düşmandan nice sıyrıldın; .buraya nice geldin? Anlat

Sipahi :

— Zor geçtim Şevketlûm Dün sabah Paşanın beni çağırdığını söylediler; Gittim. Bu nameyi efendimize vermek şerefini bana bahşettiğini söyledi ve ben yalnızca Balkan dağlarının karlı şahikalarını ye Sırp ovalarını aşarak buraya eriştim, dedi. Savaş alanında oynattığını, kara pulat kılıcını salladığını, kâfir kırdığmı, demedi. Oğunmeyi sevmezdi. Sadrazam parmağındaki kurt başı kaşlı altın yüzüğünü çıkardı, Gündara verdi:

- Gönlümü hoş eyledin, şeninkini de hoş olsun; nameyi okudum. Cephaneyi hemen şimdi götüreceksin. Yardımcı olarakta yanma humbaracıları katacağım. Var şimdi git.

Gene gece... Döle bir gece, Balkan dağlan arasında bir yılan gibi kıvrılan, etrafı ağaçlı yol balkıyor. Iraklarda kurtların, çakalların ulumaları duyuluyor.

Yolun bakılması bir an için kayboluyor. Çünkü küçük bir kervan ağır ağır ilerliyor. Yalnız tekerlek ve nal sesleri duyuluyor. Bu kervan cilasın koç yiğit erenler evreni Sipahi Gündara aittir. En önde görkiü başı dik Si pahi ilerliliyor. Gönlü bunlu, gözü pusarıklı. Arkada cephane taşıyan araba ve humbaracılar. Sipahinin gök bidevi atı bu gece çok huysuz, durmadan kulaklarını dikiyor, ukrayor, eşiniyor, tökezliyor.

Yolun baikıması bir an için kayboluyor. Çünkü küçük bir kervan ağır ağır ilerliyor. Yalnız tekerlek ve nal sesleri duyuluyor. Bu kervan cilasın koç yiğit erenler evreni Sipahi Gündara aittir. En önde görklü başı dik Sipahi ilerliliyor. Gönlü bunlu, gözü pusarıklı. Arkada cephane taşıyan araba ve humbaracılar. Sipahinin gök bidevi atı bu gece çok huysuz, durmadan kulaklarını dikiyor, ukrayor,“eşiniyor, tökezliyor.

Zırh kılcadasında, at ukramasından bellidir. Sipahinin atı durdu. Gün dar mahmuz vurdu, at tepti; at gene gitmedi. Arkasına döndü kervanı, durdu. Tam atından ineceği zaman, gecenin sessizliğini yırtan bir silâh sesi işitildi. Arkasından bir daha, bir daha, bir daha.

Yalabıdak Sipahinin gür ve hırçın sesi aşandı;

— Tuzak ...

Kırk yer sözünü yankıladı, kırk yer ünledi.

Bahar kışa, gece gündüze, cennet kazirgana döndü. Temin gecenin sessizliği içinde uyuyan dağlar sindi kurşun sesleri ile İnliyordu.. Bağadırlar sazlıksızca bir yağı koluyla karşılaşmışlardı. Kalaba olan yağı gittikçe daralan bir çember halinde Sipahi ve arkadaşlarını sıkıştırıyordu. Öyle bir an geldiki, Gündar durumun kötülüğünü kavradı. Kaçmakdan başka çare yoktu. Ya cephane ne olacaktı. Onu bırakamazdı. O halde ölecekti. Ateşi kestirdi. Sağ kalan arkadaşlarına kaçmalarım kendisinin cephaneyi uçuracağını söyledi Fakat cılasınlar ölüncüye kadar yanında kalacaklarını, daha fazla zorlarsa kendisini dinlemiyecekle söylrinieyerek aytışmağa başladılar. Erdemli olduklarını sağladılar.

Bu sırada yağı çerileri karşı tarafın ateş etmediğini görünce yerlerinden çıkarak ilerlemeğe başladılar. Bağadırlarda bir kıpırdanma görünmüyordu. sanki hepsi ölmüştü.Yağı çerileri arabaya dörtbeş adım yaklaşmışlardı, ki bir arılan kükremesini andıran, dağları inim inim inleten bir ses ünledi:

- Ateş

Sonra evren bir patlama... Dumap... Pusarık... ,ve nihayet alevleri aydınlattığı havada bir sürü kol, bacak, gövde parçaları.

Cephane,yağılara teslim edilmemişti.