Dışarda fırtına kudurmuş gibi esiyor, köyün alçak evlerinin saçaklarına çarparak acaip sesler çıkarıyordu. Köpeklerin ulumaları ve havlamaları, bazen hafif, bazan da delice esen rüzgârın ahengine uyarak, alçalıp, yükseliyor, tüyler ürpertici yankılar meydana getiriyordu. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun sesiyle, saçaklarda damlayan suların mütarrit gürültüsüne; birden çakan kuvvetli ışığıyle kayalarda, ağaçlarda ve evlerde korkunç gölgeler çizen şimşeğin tarakaları ve gök gürlemeleri karışıyordu.

Dursun dayı ocağa iki odun attı, küllenen ateşi eşeledi. Sonra işlemeli tütün kesesini çıkararak, bir sigara sardı. Maşayla aldığı bir kor parçasile sigarasını yaktı. Yanan odunların alevi karşısında, yılların yüzünde bıraktığı derin izler daha iyi belli oluyor ve kızıllaşan sakalı bu kırışmış, buruşmuş yüzünü iki alev parçası gibi sarıyordu. Gözlerini bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla çıkan alevlere dikti. İhtiyarlamasına rağmen parlaklığını kaybetmiyen gözlerinde alevlerin hayali belirdi. İçini derin derin çekti ve dudakları kıpırdadı:

- Yarabbi çok şükür! Düşünmeğe başladı.

Bir oğlundan başka kimsesi yoktu. Fakat iki yıl önce başlıyan ve sayısız Anadolu çocuğunun kanını içen harp, sinesine onuda çekmişti. Karısı öldükten sonra, bütün sevgi ve muhabbetini üzerinde topladığı, oğlunu, bu harp yıllarında bir defa dahi olsun görememiş ve haber alamamıştı. Sağ mıydı, ölümüydü bilmiyordu?

Harp Bütün sefalet ve dehşetile devam ediyordu. Dünyayı ateşe, kana boğan bu âfet kendi evinde de etkisini göstermişti. Barış yıllarında bile kendilerini kıt kanaat geçindiren küçük tarlası, bu yıllarda ürün vermez olmuştu. Köyde her dam sıkıntıdaydı. Çok kimse aç yatıp kalkıyordu. Allaha şükür gene kendisi, şimdilik, yiyecek bir lokma ekmek bulabiliyordu.

Birden küçük pencereden parlak bir ışık girdi ve arkasından müthiş bir tarraka işitildi. Dursun dayı ayağa kalktı, pencereden dışarıya bakarak:

-Mübarek bu gecede emme coştu ha! Acep biyere yıldırımmı düştü ola.

Tekrar ocağın başına oturdu. Bir köpek, uzaktan uzun uzun uludu. Dert bir değildi ki, eşkıyalar da türemişti. Bunlar yolda, yalnız gördüklerini, soyup soğana çeviriyorlardı. Son zamanlarda işi azıtmışlar, geceleyin köye gelip ev soyuyorlardı. Geçenlerde gene böyle bir gecede üç oğlu da askerde olan, Çınarcı Hamitlerin kapısı çalınmış, adamcağız kapıyı açmağa giderken (kim o?) diye seslenmiş, dışardan (Baba benim, oğlun; izinli geldim) denince sevinçle kapıyı açmış, fakat haydutların silâhlarile karşılanmıştı. O gece çınarcı Hamidi öldürmüşler bütün varını yoğunu yağma etmişlerdi. Sonradan kermeli Mustafayı da böyle öldürmemişler miydi...

Dursun dayı gözlerini ocaktan ayırdı, küllenen ateşi bir çubukla eşeledi, sonra ((yallah)) diyerek ayağa kalktı. Kamburlaşan sırtını doğrulttu. Yatağına doğru ilerlerken kapının vurulur gibi olduğunu duydu. (Belki yanlış duymuşumdur) diye dikkat kesildi. Yağan yağmurun sesi ve gök gürültüleri içinde tekrar kapının hafifçe vurulduğunu duydu

Kapıya geldiği zaman gözü duvarda asılı duran çifteye ilişti. Derhal benzi sarardı, gözleri irileşti, dudakları ve ellerimetitğe başladı. Evet kapıyı çalanlar eşkıyalardı kendisini öldürmek ve malını çalmak için gelmişlerdi. Fakat kendisini bu kahpeciklere karşı koruyacaktı. Kapı tekrar hafifçe vuruldu, arkasından gök gürültüsüne karışan bir ses duyuldu.

Dursun dayı derhal duvarda asılı duran çifteyi aldı, namluyu kapıya doğru çevirdi, emniyeti kaldırdı ve tetiği çekti... Silâh sesini müteakip yıkılan bir vücudun kof gürültüsü işitildi.

Dursun dayı elindeki tüfeği yavaş yavaş, yere bıraktı. Gözleri büyümüş, beyaz sakalı diken diken olmuştu. Elleri ispinoza tutulmuş gibi titriyor, sabit bir nazarla kapıya bakıyordu. Hiç bir ses işitilmiyor, yalnız yağan yağmurun sesi ve saçaklardan damlıyan suların mutarrit gürültüsü duyuluyordu. Titreyen elleriyle kapıyı ağır ağır açtı. Rüzgâr, açılan kapıdan delice içeri gird. Dursun dayı yürürken ayağı yumuşak bir şeye takıldı. Bu vurduğu adamın cesedi idi. Kim olduğunu anlamak için iğildi. Bu sırada çakan bir şimşeğin ışığı cesedin yüzünü aydınlattı. Dursun dayı birden yıldırım çarpmış gibi irkildi, gözleri evinden fırlayacakmış gibi açıldı, bağırmak istedi, sesi çıkmadı, bir iniltiyle cesedin üstüne yıkıldı.

Çakan şimşeğin ışığı altında, yağmur damlalarının çarptığı görülen bu yüz, izinli dönen oğluna aitti.

Sabahleyin, namaza gidenler, yağmurdan çamurdan tanınmaz bir hale gelen iki cesedi birbirine sarılmış bir halde, Dursun dayının evinin önünde buldular.

Yazan: Suat BALLAR